12 Temmuz 2018 Perşembe

İğneada'ya Pedallıyoruz


Türkiye'deki egemen partinin "Durmak Yok, Yola Devam" söyleminden değil elbette, ama gün be gün yitirmekte olduğumuz doğayı bir nebze olsun hissedebilmek arzusuyla, güneşin ve rüzgarın izin verdiği ölçüde minik karbon izleri bırakarak kendi enerjimizle yola devam ediyoruz, yoksa rant hırsıyla gözü dönmüş bir halde gölgesini satamadığı ağacı kesen kapitalist bir ahlaksızlıkla değil.

Bizim yolumuz kuşların, ağaçların ve popüler olmayan güzel insanların öyküleriyle zenginleşerek uzanıyor.

Rotamızın nihai noktası İğneada. Adı son zamanlarda nükleer santral yapımı projesiyle gündeme gelen, Avrupa'nın en büyük longoz ormanlarını barındıran sakin bir Karadeniz balıkçı kasabası.

Rotayı planlarken bisikletimize ve bize stress yaratacak yerleşim ve yollardan mümkün olduğunca uzak durmaya, kuzey Trakyanın köylerini ve sahillerini eklemeye çalıştım.

Rotayı solo bir tur olarak planlasam da 2017 yılında Armutlu - Bandırma yolunu beraber pedalladığım Hakan ve Don Kişot Bisiklet Kolektifinin Kurna Köyü ve 1 Mayıs sürüşlerinden tanıdığım Emel ile İğneada'ya beraber pedalladık.




1. Gün ( Beşiktaş - Karaburun)
 
Bir gün öncesinden Kadıköy'de Emel ile rotaya, ekipmanlarımıza ve bisiklet kültürüne dair goygoyladıktan, Amerika vize başvurusu yapacağından turun bir noktasında bizi yakalayacağını (nerde, ne zaman ve nasıl yakalayacağı turun 2. gününe kadar bütün gizemini korudu) telefonda heyecanla söyleyen Hakan ile de irtibatlandıktan sonraki gün (5 Temmuz 2018) sabah 8'de Beşiktaş iskelesinde randevulaştığımız gibi buluşuyoruz.

Solo değil de arkadaş grup turu olduğundan Beşiktaş'a nasıl ulaştığımı detaya inmeden bir iki fotoğrafla geçiştirerek turu başlatmak istiyorum.

Çekmeköy'den Üsküdar'a


Üsküdar'dan Beşiktaş'a

Beşiktaş iskelesine ilk ulaşan bendim; turun heyecanından mı yoksa gece vakti içtiğim seçim kahvesinden midir nedir bir türlü uyku tutmamıştı, bir saat uyudum uyumamıştım.

İskelenin yanı başındaki boş banklardan gölgeli olan bir tanesine uzanmak için hızla göz gezdirdiğimde diğer gölgeli banklarda kıvrılıp yatmış evsizleri ya da akşamdan kalma sarhoşları görüyordum, kimilerinde ise belki de işe ya da okula gitmeden önce kahvaltı yapmak için oturanlar gözüme çarpıyordu; herkes kendi yolculuğunda, bense bitmeyecek bir döngünün...

Beşiktaş İskelesinde tek ağaç ve sabah yalnızları


Nihayet gölgeli bir bank bulup uzanmak üzereydim ki Emel'le göz göze geliyoruz. Az önce Kadıköy - Beşiktaş vapurundan inmiş.

Tur boyunca içeceğimiz sayısız kahvenin ilkini bu gölgeli bankta içerek hemen yanı başımızdaki Nişantaşı dolmuş hattının sırasında değil de bisikletlerimizin yanında uzun bir turun eşiğinde olmaktan heyecan ve keyif duyuyorum.

Sade birer nescafenin, çekirdekli bir simitin ardından artık şehrin trafiğine tekli sıra halinde karışıyoruz, Beşiktaş İskelesinden Sarıyer'e doğru boğazın maviliğine...


Selfie çekmiyoruz, iyi bir insandan rica edip sosyalleşiyoruz


İlk kamp noktası Karaburun'a varmak için sırasıyla Bahçeköy, Kemerburgaz, Göktürk, Durusu'yu geçmek gerekiyor, dolayısıyla uzun bir rota, ama ilk gün heyecanından güç alıp pedalladıkça havaya giriyoruz.


Sarıyer - Karaburun Yeşil Rotamız


Emel'in kamplı - bisikletli ilk uzun yol turu, benimse bir gece konaklamalı turları saymazsak ikinci.

Don Kişot'un önceki turlarından anılarımızı paylaşarak Bahçeköy'e varıyoruz bile, ne var ki Sarıyer - Bahçeköy arasındaki uzun rampa bizi zorluyor; ben ceset taşıyorum, Emel'se arada bir kendini zehirliyor.


İlk tabela selfimiz


Bahçeköy - Kemerburgaz yolu turun rengini ve sesini belli ediyor: meşe ağaçları arasından bitmeyen bir kuş senfonisi...

Ağaçlar arasında uzanan yolda hararet henüz kendini hissettiremese de ilk gün hamlığı ve uykusuzluğum ormanda bir Türk kahvesi yapıp içmek için bahane oluyor. Yanıma aldığım kamp ocağı ve bakır cezveyle hazırladığımız kahve sonrası bir on dakika uyku rica ediyorum yol arkadaşımdan; matı serip uzanıyorum, gökyüzü yapraklarla kaplı, kulağımda kuşlar...


Bisiklet, doğaya yakışan en güzel mekanik ulaşım aracı


On dakika rica ediyorum, kendiliğimden uyanıp ne kadar uyuduğumu sorduğumda on dakika diyor Emel, "ben de tam sana seslenecektim." Bir Pink Floyd şarkısı dinler gibi dalıyorum uykuya, farklı kuş sesleri birbirlerine karışıyor ve sanki tekleşiyor ben REM'e düşerken.

Dinlenmiş ve kafeinlenmiş bedenlerimiz Kemerburgaz'dan Göktürk'e vardığında güneşten korunmak için Göktürk'te bir parkta ilk uzun molayı veriyoruz.


Göktürk merkezde trafikten kurtarılmış bir park




Rotamızın hızlı giden araçlarla, yüklü kamyonlarla dolu en tehlikeli kısmı D020'nin en sağ şeridini kullanarak Durusu ayrımına kadar yol almaya çalışıyoruz, 10 km'yi ortalama 40 dakikada alıyoruz. Hız olarak tatminkar, ama 3. havaalanına bir şeyler taşıyıp ordan bir şeyler getiren yüklü kamyonlar ciddi tehlike oluşturmaya başlıyorlar özellikle kavşak noktalarında.

Mümkün olduğunca beraber ve yönlendirmeli yol alıyoruz.


3. havaalanı inanılmaz büyüklükte bir inşaa alanı, yeşil rotamızın en gri rengi


Köprülü, kavşaklı işlek bir karayolu D020. Kasklarla korunuyoruz, kulaklığımdaki yol şarkılarıyla da kayalar taşıyan kamyonların gürültülerine kendimce meydan okuyorum.


Rotamızın en tehlikeli etabı D020


Sabrederek ilerliyoruz, saat başı 5- 10 dakikalık su molalarıyla nihayet D020'yi tamamlayıp Durusu ve Karaburun sapağından sağa, denize doğru yüzümüzü döndüğümüzde keyfimiz hızla yerine geliyor; sıfırlanan kamyonlar ve bize hız kazandıran eğimli, yeşil bir yol...

Ama bir akşam üstü çayını da hakediyoruz sonuna kadar. Gözler yorgunluğa uygun bir yer arıyor.


Ben bu fotoyu çekerken arkadaşım çoktan oturmuş, el sallıyor masadan


Taze çayları yeni dikilmiş meyve ağaçları arasında biraz fahiş fiyatla yudumluyoruz, olsun keyfimiz yerinde. Yiyecek bir şeyler talebimizi bir müşterinin bıraktığı Malatya bisküvileriyle karşılıyor 50'lerindeki hafiften akşamcı sesli mekancı.

Ön ayaklarıyla keçi gibi seken yalnız bir beyaz kedi annelerinin kanadı altında sürü halinde yürüyen civcivleri sinsice izliyor, onlara hamle yapacak gibi oluyor, tavuğun tehditkar varlığından vazgeçip ilgisi dağılıyor...

Mekancının hayvan ve ağaç sevgisi doğru yerde ve zamandayız hissiyatımı güçlendiriyor.

Bu mekan aynı zamanda arkadaşımın şarj aletini unuttuğu yer, ne yazık ki çok sonradan farkediyor.

Terkos-Karaburun Caddesi boyunca zaman zaman Durugöl'e yakın yerlerden geçiyoruz, harikulade manzaralar eşliğinde yolculuğumuz renkleniyor.




Durusu...kim bilir kaçımızın bir ömürlük hayali

 bu karede


Artık Karaburun'a varıyoruz, burası ilk kamp noktamız. Yemek mi yiyelim, kamp noktası mı belirleyelim sorusuna kamp noktası cevabını veriyoruz, böylelikle perşembe akşamı ilk kamp noktasını plaja paralel uzanan yer yer kimsesiz sahil yolu boyunca arıyoruz.

Civarda az sayıda ağaç var. Plajdaki insanlar günübirlikçi ve arabalara doluşup gelmişler. Erkekler atletli, kadınlar kapalı... Geleneksel tatil moduyla yere serilen genişçe örtünün etrafında mangal yapıp semaver çaylarını yudumladıktan sonra gidecek gibiler, herkes kendi halinde ve mesafeli.

Upuzun plajda, ehh bari buraya kuruverelim zaten erkenden yola çıkarız diyerek rüzgarı ve güvenliği de öngörüp çadırları bisikletlere bağlıyoruz, akabinde balığın peşine düşüyorum karanlık limanda.

Seçim sonrası zamlanmış biraları yudumlarken aklımızdaki tek soru acaba Hakan nerede, nasıl ve ne zaman bize katılabilecek?