29 Mayıs 2020 Cuma

Covid-19 Krizinden Sonra Daha Yeşil Bir Dünyaya Kavuşacak Mıyız?



Kirlilik ve salınımlar azaldı, ama eğer hükümetler belirleyici bir değişimi sürdürmede başarısız olursa bu kazanımlar boşa gidecek.

Milan'da yeni bisiklet yollar işaretleniyor

Günümüzdeki kriz ciddi ve düşündürücü bir gerçeği açığa çıkardı: yıkıcı bir sosyal maliyete ulaşan küresel ekonomik kapanma sadece karbon salınımlarımızı aşağı çekti. Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı'nın (IRENA) en son analizi, bu senenin yıllık salınımlarının sadece %6 - 8 arasında düşmesini bekliyor. Salınımlarda böylesi küçük bir düşüş dünyanın karbon yoğunlaşmasında ya da ısıtma potansiyelinde ölçülebilir bir etkisi olmayacaktır. Aslında, 2020 yılı halihazırda şimdiye kadar ölçülen en sıcak yıl olma yolunda.

Birleşik Krallık metereoloji kurumu (Met Office) başkanı Richard Betts'e göre "artan CO2 yoğunlaşmalarında kayda değer bir etkiye sahip olması için yaklaşık olarak %10'luk bir düşüşe ihtiyaç var, ama bundan sonra bile yoğunlaşmalar hala yükselmeye devam edecektir."El Nino gibi doğal süreçler yüzünden tabiattaki karbon düşüşleri daha güçlü olur ya da zayıflarken CO2 yükseliş oranı da yıldan yıla böylelikle değişmektedir." El Nino olayında tropik ormanlar çok fazla karbon tutamamış, sonuçta atmosferdeki CO2 biraz daha hızlı yükselmiştir. La Nina olayında ise tam tersi olmuştur. "Bu etki, şu an salınımlarda yaşadığımız az miktardaki düşüşlerden muhtemelen daha önemlidir."

Küresel ısınmanın 1.5 santigrat derecenin altında (endüstri öncesi seviyenin üzerinde) tutulması amacıyla salınımların 2050'ye kadar her yıl en az %7.6 oranında düşmek zorunda olması düşünüldüğünde üzerinde uzlaşılmış bu uluslararası hedef şimdi alarm verecek şekilde ulaşılamazdır.
    
İklim bilimci Simon Evans'ın Carbon Brief sitesinde söylediği üzere "bu da tehlikeli iklim değişiminden kaçınmaya ve sıfır salınıma ulaşmaya itiraz etmenin inanılamayacak kadar zor olduğunu gösterir." Bu itirazla karşılaştırıldığında küresel ekonomi için sismik içerimlere sahip olduğu görülen bir şey bile, en azından kısa vadede günümüzdeki kriz gibi, okyanusta bir damladır."   

Yine de, daha temiz hava, kentte hızla gelişen vahşi yaşam ve daha az karbon yoğunluklu yaşam biçimine ani ve heyecan verici dönüş tam da bu günlerde neler başarabileceğimizin kapsamını gösteriyor. Bu, iklim ve Covid-19 ikiz fırtınasında yol alırken sadık kalmamız gereken bir şeydir. İklim krizinin daha uygun bir zamanı beklemeyeceğini biliyoruz. Bu krizle ve pandemiyle eşzamanlı başa çıkmalıyız. Ama bu öldürücü hastalık güçlü ve acil tepki doğurmuştur. Hükümetler beklenmedik bir şekilde bu felakete karşı iş - endüstri dünyasıyla ve kamu - özel altyapısıyla ilgilenmek ve bunlara dair adım atmak zorunda kalmıştır.

Hükümetler hiç bu kadar dünya çapında büyümemişti. Pek çok uzman bu sürecin diğer krizlerle de ilgilenmek için, dünyayı tehlikeli küresel ısınma altında tutmamıza imkan verecek sürdürülebilir bir topluma doğru dönüşümsel bir sıçrama yaratacağını öne sürmektedir. Bu eşsiz fırsata tepkimizin nasıl olduğu gelecek bin yıllar için çizilen iklim rotamızı oluşturacaktır.

Deneyimlediğimiz davranışsal değişimler -bazıları daimi kökleşmiş olabilir, yani seyahat ve tüketim biçimleri daha sorumlu- kirliliği azaltmada yardımcı oldu, tıpkı el yıkamanın salgına karşı yardım etmesi gibi. Ne var ki, salınımda beklenen %8'lik bir düşüş bize göstermektedir ki bireysel yapıp ettiklerimiz -arabayı daha az sürmek, iş uçuşu yerine Zoom aracılığıyla toplantıya katılmak- yeterli olmayacak. Eşit şekilde, kimilerinin öne sürdüğü gibi, gelişmenin olmadığı bir ekonomiye geçmenin de bir cevap olmayacağını göstermektedir. Bunun yerine, bizi net sıfır derecesine getirecek atmosferdeki karbonda sonuç verici azalımlara ulaştırmak için uluslararası ve devlet düzeyinde sistemsel dönüşüm gerekir. 

Betty'e göre bu, "küçük değişiklikler yapamayacağımız anlamına gelir; eğer uzun dönemli CO2 yoğunlaşmaları üzerine büyük bir etkiye sahip olacaksak fosil yakıtlara dayanan enerji sistemlerinde ve diğer şeylerde devasa ve uzun süreli değişiklere ihtiyacımız var."

İnsan etkinliğinin aylar içerisinde kısmen ortalama "normal"e döneceğine dair beklentiyle temellenen IRENA çözümlemesine dikkat etmeye değer, öyle ki kapanma sürecinde salınımlarda çok dik bir düşüş eğrisi yaşanması olası görülüyor - Çin'de Ocak ayı karantinası sürecinde CO2 salınımları tahminen %25 oranında düşerken, bu esnada örneğin Hindistan'da bu yılın Mart sonunda şu ana kadar görülen ilk yıllık salınım düşüşü kaydedildi. Nisan ayında ise salınımda %30'luk bir düşüş gözlenmesi bekleniyor. Evan'a göre "ne var ki şu an gördüğümüz, pek çok kısım için, hayli geçici. Yeniden şoför koltuğuna oturduğumuzda arabalar hala petrol yakacak."  

                                                               
Nisan ayında Sidney'in bomboş otoyolları

Bunun yerine, yapısal değişim, insanların elektrikli araçlar için yanıcı motorlarını değiştirmeleri anlamına gelebilir. Daha da temelde, Evan'a göre, "şehirlerimizin inşa edilme ve düzenlenme şeklini yeniden tasarlamayı içermelidir; yolların nasıl yayıldığı ve yaya, bisiklet ve toplu ulaşımın nasıl sağlanacağı değiştiğinde dolayısıyla arabasız ulaşım daha kolay olacaktır."  

Bütün bunlar gündelik hayatımızda yaptığımız bireysel seçimlerin ötesindedir. "Tercihlerimiz toplum tarafından belirlenir, bu yüzden düşük karbonlu bir topluma dönüşmek tek başına bireysel eylemle gerçekleşemez."   

Kentler bu dönüşümü yenilikçi binalar ve altyapı projeleriyle sürdürüyorlar. Bazıları şimdiden arabaları ve kamyonları geçici bir önlem olarak yasaklamakta. Daha da ileriye giden kentler de var: Milan sokaklarında 35 km'lik alan yayalara ve bisikletlilere ayrılırken Brüksel 40 km'lik yeni bisiklet yolları yapmakta, Fransa ise bisikletlileri sübvansiyonlarla teşvik etmektedir. Birleşik Krallık'ta ise hükümet yürümeyi ve bisiklet sürmeyi daha fazla cesaretlendirmek için altyapı planlarına 2 milyar pound ayırdığını duyururken Londra belediye başkanı arabasız köprü ve sokak oluşturmak için yaptıkları ayarlamaları açıkladı. Pek çok şehir döngüsel ekonominin bir biçimini keşfediyor, öyle ki bu döngüde geridönüşüm ve yeniden kullanım aracılığıyla kaynaklar mümkün olduğunca tutularak atıklar en aza indirgeniyor. 

Ekonomist Kate Raworth'a göre, "derin ilişki ağıyla birbirine bağlı, karmaşık bir ağ içerisinde, insan ve gezegen sağlığının iç içe geçtiği bir dünyada yaşıyoruz. Dolayısıyla hükümetlerin bu karmaşayı -tek kalemde iklim, sağlık, meslek ve finansal istikrarı- ele alıp düşünebilecek akıl yürütme yollarına ve çerçevelerine gereksinimi var."

Örneğin, daha temiz bir hava solumanın keyfinin dışında, korona virüs salgını kirliliğin nasıl da ölümcül olduğunu açığa çıkarmış oldu. Son zamanlarda yapılan bir çalışma, havadaki parçacıklarda küçük bir artışın Covid-19 ölüm oranlarında %15'lik bir artışla ilişkili olduğunu bulmuş, neredeyse kesin bir şekilde kentlerdeki korkunç ölüm oranlarına katkısı olmuştur. İtalya'nın kuzeyindeki yüksek ölüm oranları en yüksek hava kirliliği oranlarıyla bağıntı (korelasyon) ilişkisi vardır. Hava kirliliğini azaltmak genel sağlık yükünü azaltabileceği gibi gelecekteki salgınların bu kadar ölümcül olmasını engellemeye de yardımcı olabilir.

"Yarattığımız çalışma alanı cevaplanması için bir mekana davetiye çıkarıyor: bütün insanların refahı ve gezegenin sağlığına saygı duyarken şehirlerimiz gelişen bu yerde artan insanlara nasıl ev sahipliği yapabilir?" diye soran Raworth, sosyal ve çevresel sürdürülebilir ekonomi için yarattığı "halka" modelini salgın sonrası iyileşme sürecinde Hollanda başkentine uygulamak için Amsterdam ile çalışıyor.

Amsterdam projesi, diğer pek çok proje gibi Covid-19 öncesi tarihlidir. Çevresel korumadaki ivmelenme bir kaç yıldır oluşagelirken belki de bu kriz kamu bilincinde bir devrilme olduğunu ispatlayarak politikalarda anlamlı bir değişime yol açar. Buna ek olarak, pandemi bize uzmanlığın ne kadar değerli olduğunu gösterdi, ve şimdi enfeksiyon hastalık kapmış kimselerin kamu sağlık politikalarını yönlendirmedeki rolünden hepimiz haberdarız, bu, iklim örneklemlerinin ekonomik politikaları yönlendirmede oynayabileceği rolü takdir etmede bize yardımcı olmalıdır.

İstanbul, Taksim metro istasyonunda tek başına bir kedi

Washington'daki Carnegie Bilim Kurumundan Ken Caldeira'ya göre, "virüs yayılımını engellemek için erkenden müdahale etmek, önceden yayılmış virüs sonrası zararı kontrol etmeye çalışmaktan daha çok etkili olduğunu görmemiz gibi, gezegenimiz üzerindeki aşırı sıcaklık yayılımını engellemek için enerji sistemimizi şu an dönüştürmek, bu aşırı ısının sonuçlarına daha sonradan uyum sağlamaya çalışmaktan çok daha etkili olacaktır." 

Kent girişimleri yalnızca buraya kadar ilerleyebiliyor. Nihayetinde, sürdürülebilir bir ekonomi üretmek için hükümetlerin özel sektörle yeni bir ilişki kurmasının vakti geldi. Endüstri, iş dünyası ve insanlar, devlet yardımı için yalvarırken hükümetler sürdürülebilir bir gündem takip etmede hiç bu kadar güçlü bir konumda olmamıştı. Bu sürecin refleksif mali kurtarma yardımlarıyla harcanmaması hayati önemde. Birleşik Devletlerin ve Birleşik Krallığın petrol devlerine mali yardımlarda bulunduğunu, ayrıca Birleşik Krallığın süpermarket devi Tesco'ya, hisse sahiplerine pay ödemesi için yalnızca, vergi ertelemesi sunduğunu önceden gördük. Londra College Üniversitesinden iktisatçı Mariana Mazzucata, "hükümetin yapması gereken, kişisel kar faydası sağlaması için basit bir şekilde para saçmak değil, temsil ettiği ve onlar için seçildiği kamu yararı adına düşünmesi gerekir" demektedir. Ona göre, "bu, iş dünyasına para kazanması için yardım etmek anlamına değil de var olmaları için onlara nakit akışı sağlamak anlamına gelir, ama aynı zamanda da toplumun daha iyi işleyen bir parçası olmaları için kendilerini dönüştürmelerine yardımcı olmak anlamına gelir."

"Hükümet şimdiki gibi bir müzakereci konuma asla sahip olamayabilir. Yaşanılan trajedi düşünüldüğünde ekonomiye trilyonlar akıtılmakta. Dolayısıyla, bu da, uzun zamandır sağlık sektöründe gördüğümüz üzere "kamu-özel ortaklığı"nın parazitik değil de aslında simbiyotik karşılıklı bir ortaklık olmasını sağlamada bir yol olarak kullanılabilir." 

Mazzucata'ya göre, hükümetler uzun vadeli düşünmeli ve örneğin Güney Kore'nin tahahhüt ettiği gibi daha temiz bir ekonomiyi aktif bir şekilde biçimlendirmek için canlandırıcı paketler kullanmalıdır. "Hükümetler kendi başlarına iklim değişimini çözemezler ya da adil bir üretim sistemi yaratamazlar. Hükümetin özel sektöre, özel sektörün de kamu sektörüne ihtiyacı vardır."

Mazzucato ve diğerleri, 2008/9 finansal kriz sonrasında (bu süreçte de salınımlar düşmüştü) yapıldığı gibi devlet yardımlarına koşullar eklenmediğinden oluşan hataların tekrarlanma tehlikesi olduğunu savunuyor. "10 milyar dolar yardım aldıktan sonra Goldman Sachs rekor kazanç elde etmek için geri geldi."

Hollanda, Schipol havaalanındaki atıl uçaklar
"Hükümetin aynı sistemi tamir etmede yardım için sadece orada olmadığını, içinde yaşamak istediğimiz toplum ve ekonomi türünü biçimlendirmede gerçekten ortaklaşa yaratımda bulunmak için bulunduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Biliyoruz ki istediğimiz tür ne fosil yakıt kullanılan bir ekonomi, ne finansallaştırılmış, ne de eşitsiz bir ekonomidir. Ne var ki böylesi bir ekonomi kendi başına gerçekleşmeyecek. Politikaların ekonominin içine yerleşmesi gerekir. Hükümetler, yardım kontratlarına, yatırım, yenilik ve endüstrinin dönüşümünü gerektiren güçlü koşullar koyması gerekir; bu uzun vadeli hedefleri gerçekleştirmede bize yardımcı olması için aynı zamanda topluma da geniş oranda koşullar sunması lazım."    

Fosil yakıt şirketlerine yapılan sübvansiyonları sona erdirmek kolay bir kazanım olacaktır. Geçmişte olduğu gibi, fosil yakıtlara yatırım hücumunu mahmuzlanmasından ziyade petrol fiyatlarında görülen dalgalanma petrolü yatırım için geçici ve belirsiz bir mal haline getirmektedir, özellikle de ülkeler yabancı bağımlılığına karşı kaygı içerisindeyken. Petrol fiyatlarının hızla taban yapması, bütün fosil yakıtlarında yerel çıkarımın sonunu aslında getirebilir. Dolayısıyla, özellikle fiyatlar gittikçe ucuzlarken ve piyasada uzun vadeli belirginlik varken yerel yenilenebilir altyapının desteklenmesi şimdi akla uygun geliyor. Uzun süreli bir durağanlık tüneline girerken kamu sektöründeki işlerin kapsamı ve merkezsizleşmiş endüstrideki gelişim dönüştürücü olabilir. 

IRENA, yenilenebilir yatırımın 2050 ve şimdi arasında yaklaşık 100 trilyon dolarlık küresel ekonomik üretim kazanımı ile yeniden düzelmeyi ateşleyebileceğine inanmaktadır. Bu esnada, Nature'da yayınlanan bir araştırmaya göre küresel ölçekte uzlaşılmış sera gazı salınım hedeflerinin karşılanmamasından doğan ekonomik risk daha kötü olabilir.

Biz virüs salgınıyla bu kadar meşgulken Greta Thunberg liderliği, okulu kıran öğrencilerin ve Yokoluş İsyanı etkinlikleri ile bu yıla kadar önemli ilerlemeler sağlayan çevre hareketinin gündemden düşme riski de var. Çokça beklenen 2020 BM iklim değişikliği konferansı, ki bu konferans ülkelerin Birleşmiş Milletlerce 2015'te Paris'te anlaşılan hedefleri nasıl karşılayacaklarına dair planlar oluşturacaktı, Kasım ayından 2021'in ilk aylarına ertelendi. Bu arada, birkaç ay önce Avustralya'yı kasıp kavuran ölümcül orman yangınlarını, ya da geçen yıl yaklaşık 7 milyon insanı yerinden eden aşırı hava durumlarını, ve ya Antartika'daki rekora yakın erimeyi unutmamız olası.  

Salgının daha az oranda dünyanın dikkatini çekmesini beklemeyi tercih eden çevreciler yine de iyimserler. Bu yılki Birleşik Devletler başkanlık seçimleriyle birlikte, gelecek yılın iklim konuşmaları, krizle ilgilenmeye hazır aydınlanmış bir liderden fayda sağlama şansına şimdiden sahip olabilir.   

Sıfır-karbonlu bir toplum için kampanya yürüten Possible (Mümkün) organizasyonundan Alice Bell'e göre, "biz çevrecilere karantina sürecinde dahi bir rol düşüyor, havacılık yardımlarına karşı çıkma gibi. Şimdiden eylem toplumuna dönüşmüş durumdayız. İnsanlar topluluklar içerisinde yeni ilişkiler kurdular ve biz, söz gelimi, parkların kapanmasına dair tartışmaları izlemekteyiz. Bu salgın yaşam ve çalışma şeklimizi geniş oranda değiştirecek."  


Llandudno'da gezintiye çıkmış keçiler

Küresel sorunlar küresel işbirlikleri gerektirir. Kimi ülkelerin ulusalcı tepkilerine rağmen salgının çözümünün uluslararası olduğu görülmüştür: bilim insanları ve sağlık çalışanları bilgi, kaynak ve teçhizat paylaşmakta ve daha önce hiç olmadığı kadar etkili tedavi, test ve aşı arayışında tek vücut halde birbirlerine destek vererek tavsiyelerde bulunmaktalar. Aynı uluslararası işbirliği ruhu ekonomimizin ve enerjimizin dönüşümünde çözümler üretmede gereklidir, teknoloji ve bilginin hızı bunu mümkün kılar. Zengin ülkelerin geniş çaplı küresel bir ekonomik program dahilinde kaynak bakımından bereketli ama fakir ülkelerle işbirliğine gitmesi harika olmaz mı? Mineral ve ürünlerin güneydeki sürdürülebilir üretimi zengin ülkelerin düşük karbonlu dönüşümüne yardımcı olabilir. Sürdürülemez endüstriyel genişleme yerine, salgın sonrası ekonomi, insanları ve gezegeni yeni hastalıklar üreten ekolojik yıkım türlerinden ve hepimizi tehdit eden iklim felaketinden koruyacak bir şekilde yönlendirilebilir. 

Hollanda'da, örneğin, 170 akademisyen bir araya gelerek ekonomik değişim için beş maddelik radikal bir manifesto yayınladılar. Bu maddeler kritik kamu sektörü alanlarında, temiz enerji, eğitim ve sağlıkta yatırımları; petrol, gaz, madencilik ve reklam sektörlerinin radikal bir şekilde küçülmesini; özellikle işçilerin, küçük işletme sahiplerinin ve güneydeki ülkelerin borçlarının ertelenmesini; azaltılmış çalışma saatlerini, iş güvenliğinin tanınmasını ve evrensel temel gelirin yeniden dağıtımını içermektedir. 

Belki de daha temiz, sessiz ve yardımsever alternatifleri deneyimlediğimiz için pek çok insan gerçekten normale geri dönmek istemeyecek (bir ankete göre Britanyalıların sadece yüzde 9'u salgın öncesi koşullara dönmek istiyor). Belki de bunu değişim için bir yetki olarak tanımalı ve normale alternatif bakmalı, kırılmış parçalarından daha iyi bir dünya yaratmak için bu felaketten dersler almalıyız. 

Yazar: Gaia Vince



13 Mayıs 2020 Çarşamba

Susan Sontag, "Fotoğraf Üzerine"

Susan Sontag

Fotoğraf Üzerine, nihayet bir kitap olarak 1977'nin sonlarına doğru yayınlandığında hızla başarı kazandı. Sontag, Arbus'un sergisi üzerine bir yazı kaleme almaya başladığında fotoğrafın görece olarak hala dokunulmamış bir konu olduğunu fark etmişti, gerçi kendisini fotoğrafa dair Walter Benjamin'in izinde bir takipçi olarak görüyordu. Fotoğraf aynı zamanda sınırları olmayan ilginç bir başlıktı, modernliğin bütün yönlerine genişleyerek açılıyordu. "Fotoğraf Üzerine," birbiriyle tam örtüşen altı makalenin çok dikkatli bir şekilde ve hatta müzikal olarak asıl biçimleri üzerinde yeniden çalışılıp bir bölümü diğerine bağlayan temalar ve yeni aforizmalarla yüklü olması Sontag'ın o vakte kadar yayınladığı en tutarlı, bütünlüklü ve güçlü eleştirel metni kılmıştı.



Hastalığına eşlik eden bu makalelerle, "Fotoğraf Üzerine," iyileşme sürecinde bu kitaba dair uzun süre düşündüğü bir çalışmadır. Yeni bir derinliğe ve çekime sahip bu metinde yer alan pek çok aforizma o kadar alıntılanabilir ve ayrı ele alınabilirdı ki, Sontag'ın bir yıl sonra Walter Benjamin'e dair yazacağı bir makalede söylediği gibi, bu kitap sanki "her bir cümle ilk kez ya da son kezmişçesine yazılı" olduğunu sanki hissettirmektedir. Bu özellik kendi içerisinde doğal bir şekilde fotoğrafiktir, Sürreal bir tarzdadır, her bir cümle kendini bağlamından dışarı çıkarmaya bizi teşvik eder. Benjamin'de olduğu gibi, "vaktinden evvel durdurulma korkusu gibi bir şey" kitaptaki bu yoğunluğun ve güçlü hitabetin altında yatan nedendir. Sontag, Fotoğraf Üzerine'yi yazarken bir anda sağlığının yeniden kötüleşebileceğini ve çalışmasının tamamlanmadan kalabileceğini biliyordu. Ölümlülüğüne dair aşırı farkındalığı fotoğraftaki melankoli, zaman ve ölüm temalarını doğal olarak kitaba yansıtmasına neden oldu.

Dolaylı bir şekilde bütün fotoğraf tarihini kapsayan bu makaleler Sontag'a daha önce hiç olmadığından daha derin bir şekilde geçmişe, en önemlisi de on dokuzuncu yüzyıla geçiş yapmasına imkan sağlamıştı. Ayrıca, koleksiyon yapma temasını ilk kez uzun uzadıya ele almıştır. Sonsuz sayıda parçalara bölünen tartışmalar arasında zikzak çeker halde bulunan bütün aforizmaların gerisinde, Sontag bir sergi düzenleyicisi, koleksiyoner ve resim tutkunu olarak duyumsanır. Makalelerin çekimi ya da iticiliği Sontag için fotoğrafın bu derin cazibesinde yatar, onun sonuçtaki ahlaki rahatsızlığı ise bu cazibenin kendisinde bulunur. İletişim araçlarındaki çekim ve iticilik arasında hoş bir gerilim de vardır. Fotoğraflara dair bu kitapta tek tek resimler etraflıca tartışılsa da kitap sadedir ve hatta illüstrasyondan mahrumdur. Sık sık bize bir öznenin bakışı, belirli bir fotoğrafçının betimleyici estetiği anlatılır, ama biz kendimiz hiçbir şey görmeyiz.        

Fotoğraf Üzerine, Diane Arbus aracılığıyla kendi öznesine ilk kez kavuşmuş olması gerçeği fotoğrafa yönelik neden bu kadar eleştiriyle tam dolu olduğunu muhtemelen açıklar: saldırgan ve merhametsiz, estetik, etik ve yorumlayıcı sorunları vardır. Arbus, fotoğrafı sınırları aşmakla ilişkilendirir: "Fotoğrafı her zaman haylaz bir şey olarak düşündüm, bu da benim fotoğrafta en beğendiğim özelliklerden biridir." Arbus, bitmek tükenmek bilmeyen bir çekimle tuhaf, çirkin ve uygunsuz insanlara yönelmişti. Sontag'ın fotoğrafa yaklaşımı fotoğrafın kendi sıra dışılığına duyduğu ilgiden, fotoğrafın sanat ve gerçeklik üzerinde yarattığı bozulmalar ve dönünüşümlerden oluşur. Sontag, hayatında bu ana kadar film yapımcısı olarak çalışmış ve pek çok nam salmış fotoğrafçıya poz vermiş biri olsa da, esas olarak imajların bir tüketicisi olarak yazmaktadır, bunların yapımcısı ya da poz veren bir model olarak değil. İmajların tüketimine dair onun ana bakış açısı fotoğraf çalışmalarının Amerikan postmodernliğinin daha geniş çapta teşhis edilmesine imkan sağlar - kişi bu teşhis sonuçlarından neredeyse hiç memnun kalmaz ve açığa çıkan uyumsuzluktan kaygı duyar. Sontag'a göre Fotoğraf Üzerine politik bir metindi. Sanata dair bir metinden daha fazlasıydı. Tüketici dünyamızın genişletilmiş bir çalışması olan bu kitap deneyimlerimize ve çarpıtmalar aracılığıyla tüketiciliğin dünyamıza verdiği zarara dairdir.

Fotoğraf Üzerine, Sontag'ın daha önceki eserlerinde yer alan temaların neredeyse hepsini keşfe çıkar: bizim neye bakmamızı ve fotoğraf aracılığıyla başdöndürücü bir şekilde genişleyen şeylere nasıl bakmamızı dile getirmede sanatın rolü; fotoğrafın uç noktaya götüreceği alıntılamanın ve parçalamanın estetiği; estetik ve etik arasındaki gerilim, özellikle de korku ve acı içeren görsellerde; hayata karşı açgözlü, ele geçirmeci bir yaklaşım yamyamlığı. Fotoğraf Üzerine, Sontag'ın ilk çalışmalarında bahsedilen karakteristik Amerikan Sürrealizmini bir kez daha keşfedip yeniden tanımlar.  Sontag, resimdeki sürrealizmin "stoklanmış rüya dünyasında yeterli olmayacak bir şekilde" küçüldüğünü, buna karşın fotoğraf ve düzyazıda çok başarılı olduğunu yazmıştı. Sürrealist duyarlılık terimleri içerisinde çekimler yapan fotoğrafçılar, dünyayı anlamaya çalışmanın bile kendini beğenmişlik olduğunu öne sürerek bunun yerine onu biriktirmeyi önermişlerdir. Yine de Sontag tamamen yeni bir modda vicdanı, dünyada olmayı tanımlamanın kıyısındaydı.

                Başımız, Joseph Cornell'in bir kez bile ziyaret etmediği ama Fransa orijinli o küçük yersiz nesnelerle dolu sihirli kutular gibi olmaya başladı. ... Ya da Cornell'in aynı Sürreal ruhta geniş bir koleksiyonu bir araya getirdiği eski sinemaların fotoğraf istifi gibi. Fotoğraflanmış dünya da aynı konumdadır, temelde gerçek dünyayla hakiki bir ilişkisi yoktur, tıpkı fotoğrafların sinemayla olduğu gibi. Hayat, bir flaşla aydınlatılmış, sonsuza kadar sabitlenmiş önemli detaylar hakkında değildir. Ama fotoğraflar bunlar hakkındadır.

Bergen-Belsen toplama kampı

Kitapta nadiren kendinden bahsettiği sözlerin birinde, 12 yaşındayken, 1945 Temmuz ayında Santa Monica'da bir kitapçıda ilk kez karşılaştığı korkunç fotoğrafik görüntülerden bahseder. Bu fotoğraflar Bergen-Belsen ve Dachau toplama kamplarına aittir. "Gerçek yaşamda ya da fotoğraflarda gördüğüm hiç bir şey beni bu kadar derinden, keskin bir şekilde ve ansızın çarpmamıştır." Bu görüntülerden çarpılma duygusuyla Sontag, Roland Barthes'ın Sontag'dan bir kaç yıl sonra 1980'de yayınladığı Camera Lucida kitabında fotoğrafa dair studium ve punctum arasındaki farklılığı kesinkes haberdar etmiş olur.

Yukarıdaki metin Jerome Boyd Maunsell, "Critical Lives: Susan Sontag", Reaktion Books, 2014 kitabından çevrilmiştir.
Çev: Engin Noyan

26 Nisan 2020 Pazar

Fotoğrafçı






Fotoğrafçı, Fransız fotomuhabir Didier Lefevre'nin 1986'da Sınır Tanımayan Doktorlar (STD) ile birlikte Afganistan'ın dağlık ve mayınlı bölgelerinde yaptığı uzun yolculukların ve Sovyet bombaları yüzünden elini, ayağını kaybetmiş, yüzü parçalanmış insanlara binbir zahmetle sağlık hizmeti vermeye çalışan STD'nin çabalarının fotoğraflarından oluşan görsel bir kitap.

Saniyenin binde birinde çekilmiş bir fotoğraf zamansal akışı da o oranda yansıtabilir, öncesi ve sonrası tamamen bakanın hayaline kalır. Öncesi ve sonrası özneldir. Fotoğraf ise nesnel.

Kitapta yer alan yüzlerce siyahbeyaz fotoğraf, seri çekilmiş ve bir dramın, savaşın neden olduğu bedensel parçalanmaların, görünmeyen sosyal yıkımların, ruhsal direnişlerin görsel kaydından oluşuyor.

Fotoğraf ve yürümek. Nesnel uzam içerisinde öznel boyutlanmalar yaşarken kimi zaman dağların sertliği, yerel halkın kültürel yabancılığı ve Didier yalnız başına geri dönme sürecine girdiğinde maruz kaldığı terk edilme, rüşvet ve ölüme varacak kadar karanlık ve soğuk bir yolculuk. Bence en etkileyici fotoğraflarını da bu ölüme en yaklaştığı anlarda çekiyor. Her fotoğraf yaşamanın ölüme meydan okuduğu bir parçasıdır. Kitabın başından sonuna tuzaklar, mayınlar, obuslarla parçalanan, STD olmasa ölecek mücahitlerin yaşama dönüşleri siyahbeyaz fotoğrafları umut rengine çeviriyor.

Aslolan hikayedir, fotoğraf bunu görsel destekler ve inandırıcılığını artırır, kanıtlar. Kitapta STD ile fotomuhabir Didier'in yaşadıkları birbirleriyle örtüşen hikayeler yer alıyor. Fotoğraflanamayan kısımlar ise Frédéric Lemercier tarafından renkli çizimlerle tamamlanmış, ama hikayenin anlatılabilmesi yine kelimelere, diyaloglara, betimlemelere, söze, iç sese düşüyor. İç ses fotomuhabirine ait. Diyaloglar ise STD ve mücahitlere. Mücahitlerin iç sesini okuyamıyoruz, genelde dışa dönük kültürel yargılarına şahit oluyoruz. STD için ellerinden geldiğince her hanenin bulup buluşturup yiyecek bir şeyler tedarik etmesine, diğer yandan da Didier dönüş yolunda yalnızlaştığında ne zaman Afganlarla karşılaşsa, ister dağda ister köyde dininin sorulduğunu görüyoruz.

Kitap boyunca genelde erkekler var. STD içerisinde ise kadınlar da var. Kitabın bir yerinde geçen doktor Juliette ile Didier arasındaki diyaloglar Afgan kadınlarına dair üzerinde düşünülmeye değer:

"Juliette: Dürüst ol, buraya geldiğinden beri hiç çadıri gördün mü? Sınırı geçerken üstümüze geçirdiklerimiz haricinde?

Didier: Hayır, çok değil.

Juliette: Öncelikle çadıri şehirli bir giysidir. Küçük bir köyde, herkes aynı ailedendir. Kapanmaya gerek yoktur. Dahası, çadıri pahaldırı. Bir köylü, üzerine giydiği şeyin masrafsız olmasını ister. Dahası, çadıri yakın zamanda çıkmış bir şey. Yaklaşık 100 yıllık mesele. Önceleri, şehirdeki kadınların büyük çoğunluğu evlerinden dışarı burnunu çıkaramazdı.

Didier: Doğru mu?

Juliette: Tabii ki doğru. Şehirde bir kadın yabancılardan kaçmak zorundadır. Bu yüzden çadırinin icadı bir bağımsızlık ve özgürlük kazanımı oldu. Bu sayede evlerinden çıkabildiler. Yine de, çadırıide çok abartılı ve aptalca bir sembol yaratılıyor. Kadınlar için asıl öncelikler, sağlık, eğitim, iş ve adalete erişimdir. Örtüler değil."

Fotoğraf bir medium olarak farklı kültür, coğrafya ve hikayeyi aktarma işlevini karakterlerin öznelliğiyle dengeliyor. Fotoğrafçı kitabı ise bütün bunların üzerine görsel hikaye aktarımıyla bir fotoğraf okuması yolculuğuna çıkartıyor okuru.




Künye: Guibert / Lefevre / Lemercier, "Fotoğrafçı", çev: Tolga Üyken, Karakarga yay., Aralık 2018

https://karakarga.com/yayinlar/cizgi-roman/fotografci/



22 Mart 2020 Pazar

düş yoluna







Şiirlerim şimdi kitap oldu, yolunu düşlüyor.

Dört duvarın ötesinde yaşanıp yazıldı 'düş yoluna' şiirleri. Bu yol bizim.

düş yoluna, 44 şiirden oluşan sesli bir kitap, yüzlerce an'dan damlayıp yankılanan sesten, anlamdan mürekkep.

düş yoluna, ticari kaygıyla değil, seslerimiz çoğullaşırken aldığımız yollara dizelenecek duygularla bir araya geldi.

düş yoluna, rotasını henüz çizmediğim, belki de hiç çizmeden yol alacağım, pedallayacağım yolların kanatları, kanatlarımız.

Anadoluda kimi zaman ulu ağaçların altında kahvehane masalarında, bazen de işlek sokakların kalabalığına okunacak seslerimiz.

Hayat, nasıl doğum ve ölüm salınımında binbir nefesse, sözler de her rengin canlandığı hislerin sesi.

Biz, söze ve anlama muhtacız, yani doğaya ve birbirimize.

Gönül, bu düş yolunda sözlerin havalanmasını, kanatlanmasını, paylaşılmasını ve söylenmesini arzuluyor.

Bu kitapla yoluma kanat, sesime cansın. 🍀



Yollarda ses'lenmek dileğiyle


Kitabı aşağıdaki bağlantıdan edinebilirsiniz:

https://shopier.com/2440419






13 Ocak 2020 Pazartesi

İklim Krizi ile Militarizmin Kesiştiği 10 Yol


Küresel ölçekte dalga dalga yükselen çevre adaleti hareketi, küresel ısınmanın ırk, yoksulluk, göç ve halk sağlığı gibi konularla bağlantısının nasıl gerçekleştiğini kasten kesişimsel olarak gösterir. İklim kriziyle çok yakından ilişkili olup da az oranda dikkat çeken bir alan da militarizmdir. Bu yazıda, bu konular ve bunların çözümleri iç içe geçtiği durumlarla gösterilmektedir.  



1. ABD askeri gücü dev petrol şirketlerini ve diğer madenci şirketlerini korumaktadır. Amerikan ordusu, ABD şirketlerinin dünyadaki maden endüstrisi materyallerine, özellikle de petrole erişimini sağlamak için sık sık kullanılır. Irak'a karşı yapılan 1991 Körfez Savaşı apaçık ve utanmaz bir petrol savaşıdır. Günümüzde, Amerikan ordusunun Suudi Arabistan'ı desteklemesi ABD'nin petrol yakıt endüstrisinin petrol erişimini denetleme kararlılığıyla ilişkilidir. Yüzlerce ABD askeri üssü dünyanın kaynak bakımından zengin bölgelerine ve stratejik ticari güzergahlara yayılmışlardır. Ordumuzun dev petrol şirketlerinin koruyucusu olarak hareket etmesini durdurmadıkça bu fosil yakıt döngüsünden çıkamayız. 


Dünyadaki Amerikan Askeri Üsleri
2. Pentagon, tek başına dünyadaki fosil yakıtların en büyük tüketicisidir. Eğer Pentagon bir ülke olsa, Finlandiya,Norveç ya da İsveç gibi ülkelerden daha büyük fosil yakıt kullanımıyla tek başına dünyanın 47. en büyük sera gazı salanı olurdu. Amerikan ordusunun salınımları büyük oranda silah ve teçhizat yakıtlarından ve de dünyadaki 560,000'den daha fazla yapının ışıklandırma, ısıtma ve soğutmasından kaynaklanmaktadır.   

3. Pentagon, bizim ciddi bir şekilde iklim krizi için ele almamız gereken maddi kaynağı tekelinde tutmaktadır. Amerikan ulusal güvenliğine en büyük tehdidin İran ya da Çin değil de iklim krizi olduğu günümüzde, federal hükümetin yıllık ihtiyari bütçesinden yarısından fazlasını askeriye harcamaktadır. Pentagon'un halihazırdaki bütçesini yarı yarıya kessek bile hala Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore'nin toplam askeri bütçesinden daha fazlası kalır. O zaman da tasarruf edilen 350 milyar dolarlık Yeni Yeşil Anlaşmaya aktarılabilir. 716 milyar dolarlık 2019 ordu bütçesinin sadece %1'i 128,879 doğa dostu iş altyapısının fonlanmasında yeterli olacaktır.  

4. Askeri operasyonlar, sonrasında toksit bir miras bırakır. Amerikan askeri üsleri arazileri tahrip ederek toprağı ve içme suyunu kirletir. Okinawa'daki Kadena askeri üssündeki Amerikan Hava Kuvvetleri yerel arazi ve suyu, arsenik, kurşun, PCB, asbest ve dioksin bulunan tehlikeli kimyasallarla kirletti. Burada, evimizde EPA 149'un üzerinde mevcut ya da eski askeri üssü SuperFond siteleri olarak tanımladı, çünkü Pentagonun yarattığı kirlilik yerel toprak ve kaynak sularını insan, hayvan ve bitki hayatına büyük oranda tehlike yaratacak şekilde bıraktı. 2017 hükümet raporuna göre, Pentagon kapalı üslerin çevresel temizliği için önceden 11,5 milyar dolar harcamış durumda ve tahminen 3,4 milyar dolar daha ihtiyaç duyulacak. 


Foto: Majdi Fathi

5. Savaşlar, insan sağlığını ve iklim esnekliğini sürdürmede önemli olan kırılgan ekosistemleri tahrip eder. Doğrudan savaş, doğası gereği, araziyi ve altyapıyı yok eden kara işgali ve bombalamalar yoluyla çevrenin yıkımını içerir. Gaza Şeridi, 2008 ila 2014 arasında üç büyük İsrail askeri saldırısında zarar görmüştür. Bu bombalama operasyonları kanalizasyon işleyişini ve enerji tesislerini hedef alarak Gaza'nın kaynak sularının %97'sini maden tuzu ve lağımla kirletmiş, dolayısıyla insan tüketimi için elverişsiz bir hale getirmişti. Yemen'de, Suudi öncülüğündeki bombalama operasyonları, şu an her gün 2000'den fazla vakanın raporlandığı insani ve çevresel felakete yol açmıştır. Irak'ta, Pentagon'un 2003'teki yıkıcı işgalinin ardında bıraktığı çevresel toksinlerin içerdiği zayıflatılmış uranyum Amerikan üsleri yakınında yaşayan çocukların doğuştan kalp rahatsızlıklarına, kansere, omurga bozukluklarına, lösemiye, yarık dudaklara sahip çocuklar ile kayıp ya da engelli ve felçli çocuklar bırakmıştır


6.  "Tehdit çarpanı" olan iklim değişikliği daha şimdiden tehlikeli sosyal ve politik durumları daha da kötüleştirmiştir. Suriye'de 500 yıl içerisinde görülen en kötü kuraklık ürün kıtlığına neden olarak çiftçileri şehirlere göç etmeye zorlamış, işsizliği ve politik düzensizliği daha da kötüleştirerek 2011'deki ayaklanmaya katkıda bulunmuştu. Benzer iklim krizleri, Orta Doğu boyunca diğer ülkelerde, Yemen'den Libya'ya çatışmaları tetiklemiştir. Küresel sıcaklıklar yükselmeye devam ettikçe daha fazla ekolojik felaket, kitlesel göç ve savaş görülecektir. Ayrıca, daha fazla sınır içi silahlı çatışmalar -iç savaş da dahil- olacak ve bu çatışmalar sınır ötesine sıçrayarak bütün bölgeyi istikrarsızlaştıracaktır. En fazla risk taşıyan bölgeler Sahara altı Afrika, Orta Doğu ve Güney, Orta ve Güneydoğu Asyadır. 

7. ABD, iklim değişimini ve savaşları ele alan uluslararası anlaşmaları engellemektedir. ABD kasten ve mütemadiyen dünyanın, sera gazı salınımlarını kesme ve yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırma amacı taşıyan iklim kriziyle mücadele eden kolektif çabaları baltalamaktadır. ABD'nin 1997 Kyoto Protokolüne katılmayı reddetmesi ve Donald Trump'ın 2015 Paris İklim Anlaşmasından çekilmesi doğayı, bilimi ve geleceği açık bir şekilde önemsemediğinin en son örnekleridir. Benzer bir şekilde, ABD, savaş suçlarını soruşturan Uluslararası Ceza Mahkemesine katılmayı reddederek tek yanlı işgal ve yaptırımlarla uluslararası hukuku çiğnemekte, Rusya ile nükleer anlaşmalardan çekilmektedir. Orduyu diplomasiden üstün tutarak, "güçlü olan haklıdır" mesajını vermekte, iklim krizi ve askeri çatışmalara çözüm bulunmasını zorlaştırmaktadır. 


Foto: Salwan Georges/The Washington Post via Getty Images
8. Kitleşel göç, hem iklim değişikliği hem de çatışmalar tarafından körüklenmekte, göçmenler genellikle militarize baskılarla karşı karşıya kalmaktadır. 2018 Dünya Bankası Grubu raporu, dünyanın en yoğun nüfuslu gelişmekte olan üç bölgesinde (Sahra altı Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika) iklim değişikliğinin etkilerinin 2050 yılından önce 140 milyondan fazla insanın yerinden edilmesine ve iç göçüne yol açabileceğini tahmin ediyor. Şimdiden Orta Amerika'dan Afrika'ya ve Orta Doğu'ya milyonlarca göçmen çevresel felaketlerden ve çatışmalardan kaçıyor. ABD bölgesinde göçmenler kafeslere kitlenmekte ve kamplarda mahsur kalmaktadır. Akdeniz'de binlerce mülteci, tehlikeli deniz seferlerine çıkmaya çalışırken öldü. Bu arada, bu bölgelerdeki çatışmaları körükleyen silah tüccarları mültecilere karşı sınırları güvence altına almak için silah satmaktan ve gözaltı tesisleri  inşa etmekten çok büyük kazanç sağlıyor.

9. Militarize devlet şiddeti, ortak inisiyatifli çevresel yıkıma direnen topluluklara karşı dengelenir. Topraklarını ve köylerini petrol sondajlarından,  madencilik şirketlerinden, çiftlik sahiplerinden, tarım işletmelerinden vb. korumak için mücadele eden topluluklar genellikle devlet ve paramiliter şiddet ile karşılaşmaktadır. Bunu bugün, yerli halkların ormanlarının toptan kesilmesini ve yakılmasını durdukları için öldürüldüğü Amazon'da görüyoruz. Berta Caceres gibi aktivistlerin nehirlerini korumaya çalıştıkları için vuruldukları Honduras'ta görüyoruz. 2018'de dünya çapında öldürülen 164 belgelenmiş çevreci vaka vardır. ABD'de, güney Dakota'da Keystone petrol boru hattını inşa etme planlarını protesto eden silahsız yerli göstericiler göz yaşartıcı gaz, fasulye torbası mermileri ve sıfırın altındaki su toplarıyla kasti hedef alan polisler tarafından karşılandı. Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler, olağanüstü hal yasalarını iklim ile ilgili ayaklanmaları kapsayacak şekilde genişleterek "eko-terörist" olarak adlandırılan ve karşı ayaklanma operasyonlarına maruz kalan çevre aktivistlerinin baskı altına alınmasını kolaylaştırıyor. 

10. İklim değişikliği ve nükleer savaş gezegene yönelik varoluşsal tehditlerdir. Felaket niteliğindeki iklim değişikliği ve nükleer savaş, insan uygarlığının varlığına yarattıkları varoluşsal tehdit açısından benzersizdir. Nükleer silahların yaratılması -ve bunların yayılması- küresel militarizm tarafından teşvik edildi, ancak nükleer silahlar nadiren bu gezegendeki yaşamın geleceği için bir tehdit olarak kabul ediliyor. Dünyadaki nükleer silahların %5'inden daha azını içeren çok "sınırlı" bir nükleer savaş bile 2 milyar insanı riske atarak felaket niteliğindeki küresel iklim bozulmasına ve dünya çapında bir kıtlığa neden olmaya yeterli olacaktır. Atom Bilimcileri Bülteni, ikonik Kıyamet Saatini gece yarısına 2 dakika kalaya ayarlayarak Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması'nın onaylanmasına ciddi bir ihtiyaç olduğunu gösterdi. Çevresel ve nükleer karşıtı hareket, gezegenin hayatta kalmasına yönelik bu tehditleri durdurmak için el ele çalışmalıdır.

Kritik çevresel projelere yatırım yapmak için milyarlarca Pentagon doları kullanılması ve savaşın çevresel yıkımının ortadan kaldırılması için yaşanabilir, huzurlu bir gezegen talep eden hareketlerin "savaşa bir son verilmesi" yapılması gerekenler listesinin en üstünde yer alması gerekiyor.


Medea Benjamin, Barış için PembeKod organizasyonun eşkurucusu ve Inside Iran: The Real History and Politics of the Islamic Republic of Iran kitabının yazarıdır. Savaş ile iklim arasındaki kesişimlerin tam anlamıyla kavramak için Gar Smirth'in War and Environmental Reader kitabı okunabilir.

Kaynak: https://www.codepink.org/10_ways_that_the_climate_crisis_and_militarism_are_intertwined

Çeviri: Engin Noyan

2 Ocak 2020 Perşembe

"Ağaçlar Ağlıyor": Kadınlar Amazonları Savunuyor


Vakit gece yarısı ve neredeyse bomboş bir otobüs durağında, Amazonun en cesur savaşçılarından biri plastik sandalyeye oturmuş, başına konan büyük ödüle kayıtsız şekilde bebeğini emziriyor.

Maria Leusa Munduruku'nun örgütlediği kadın dayanışması yaşam alanlarının sınırlarını çizerek yasa dışı işgalcileri coğrafyalarından çıkartıyor.  Foto: Attilio Zolin
Kerestecilerin, baraj müteahhitlerinin ve atık saçanların Tapajos ırmak havzası işgallerini durdurmak için kampanyalara öncülük edip aynı zamanda bir orman savunucusu, yerel bir lider ve kadın hakları savunucusu olan Maria Leusa Munduruku'nun başına yasa dışı madenciler 100 gram altın koymuşlar.

Kabilesinin (Munduruku) erkeklerinden bazılarının altın madencileriyle işbirliğine gitmelerinden sonra bir kadın dayanışması kuran Leusa, bölgenin sınırlarını göstermek, yasa dışı yerleşimcileri buralardan çıkartmak gibi tehlikeli görevlerde değeri gittikçe artan önemli bir rol oynuyor şu an.

"Cesur olmak gerekiyor" diyor Leusa, çanta olarak kullandığı ağır naylon torbayı düzeltirken diğer yandan çocuğu da dövmeli kolundan çekiştiriyor.

"Kadın grubumuz çok güçlü. Şu an ön safta biz varız, çünkü erkekler otoriterlere aşırı güveniyorlar. Biz onlardan farklı düşünüyoruz. Bize göre, kendimizi korumak bize bağlı. Hükümet ve polisin bu görevi yerine getireceğini ummuyoruz."

Geçen sene yaklaşık 300 kadın Wakobarun Kadın Dayanışmasının Boca do Rio das Tropas Nova Trairao'daki açılış toplantısına katıldı. Bu örgüt, iklim değişimi krizine odaklanan çözümleriyle 2019 yılı Guardian ve Observer yardım başvurularından bağış almaya hak kazananlardan biri oldu.

Buluşmanın katılımcılarından geniş Munduruku coğrafyasındaki uzak köylerden bazıları kayık ile iki günden daha uzun yol almak zorunda kalmışlar. Munduruku coğrafyası, Brezilya Amazonlarında en iyi korunan ormanların çoğuna ev sahipliği yapmaktadır.

Bu da, karbondioksidin tecrit edilmesinde, doğal çeşitliliğin sürdürülmesinde ve doğal su kaynaklarının temininde küresel öneme sahip bir eğilimi yansıtır. Pek çok araştırma göstermektedir ki, dünya çapındaki ormanları korumanın en etkili yolu yerli arazi haklarını desteklemektir.

Amazonda, yerli topraklarındaki ormansızlaşma oranı, bölge dışında kalan kısma göre 2 ila 3 kat daha düşüktür. Yüzyıllar boyunca, yoğun bitki örtüsü ve ırmak ulaşımını zorlaştıran şelaleler ve de kabilenin düşmanlarının kafalarını kesmeleri nedeniyle Munduruku arazileri dışarıdakilere büyük oranda erişim dışıydı.

Tehditler son onyıllarda artmış durumda, bu da özellikle önceki İşçi Partisi hükümeti tarafından Tapajos üzerinde aşamalı baraj sıralarının önerilmesiyle gerçekleşti. Bu talep, Munduruku kabilesini arazilerin sınırlarını kendilerinin belirlemeleri ve diğer kabilelerle, hatta Montanha ve Mangabal ırmak havzası topluluklarındaki önceki düşmanlarıyla bile ittifaklar oluşturmaları için harekete geçirdi. Bu dayanışma Sao Luis hidroelektrik projesinin rafa kaldırılmasında kısmen başarılı oldu.

Baskılar, aşırı sağcı militarist Jair Bolsonaro'nun iktidarı ele geçirdiği geçen seneden bu yana yeni bir safhaya ulaştı. Babası gibi yasa dışı madencilik yapmaya çalıştığını kabul eden Bolsonaro, çevre konularını zayıflatmış, yerli arazilerin sınırlarının belirlenmesinin durdurulmasına neden olmuş, yerlileri tembel olarak nitelemiş ve Amazonda daha fazla alanın maden endüstrisine açılacağına söz verip göreve başlamadan önce şöyle demiştir: "Nerede yerli bir toprak var, oranın altında zenginlik yatar." Ayrıca, Amazon boyunca hidroelektrik planları yeniden diriltmiştir.

Munduruku Ipereg Ayu hareketi adına 2015 Birleşmiş Millletler Ekvator ödülünü kazanan Leusa (o yıl bu hareketi yürütmüştü), Munduruku coğrafyası üzerindeki işgallerin geçen 12 ayda artış göstermesinin nedeni olarak yasa dışı madencilerin, hükümetin şu an onların yanında olduklarına inanmalarından kaynaklandığını söylemektedir.


Bazı Munduruku erkeklerinin alkol, uyuşturucu ve hayat kadınlarıyla çarçur ettikleri kazançlarında bir daralmayı kabullenmek dışında seçimlerinin kalmadığını söyleyen Leusa, kültür ve dilllerini kaybetmekten korkuyor.

Guardian ve Observer başvuru bağışları Global Greengrants Fund UK tarafından aktarılmaktadır. Bu fon daha önce kadın grupların çoklu medya eğitimleri (bölgeyi görüntülemek için uçangöz kullanımı dahil), zanaat atölyeleri ve arıcılık derslerini almaları için ödeme yapmıştır. Böylelikle yerliler alternatif bir gelir olarak orman ve sanat ürünlerini satabilecekler.

Munduruku eylemcileri, kabilelerine alternatif bir gelir getirmede yardımcı olan bir zanaat atölyesindeler


Leusa, "bir hayatı sürdürmenin başka bir yolu olduğunu erkeklere göstermeye çalışıyoruz. Madenciliğin daha fazla para getirdiği doğru, ama iddiamız o ki, bu, çocuklarımızın geleceğini mahvetmekte. Madenciliğin çocuklarımıza bir gelecek değil de ölüm getirdiği doğrudur. Halkımızdan kimisi ikna edilebilir, ama diğerleri dinlemeyecektir. Kimisi de bizi öldürmek istiyor. Öz amcamın bile beni tehdit eden akrabaları var" demektedir.

Leusa korkusuz. Nehrin ve ormanın gördüğü zarar onun için gözardı edilemeyecek kadar çok büyük. Topajos ve kolları boyunca yer alan 130 civarındaki topluluktan her birinde durum farklı. En kötü etkiler ise Tropas nehrinde görülüyor - burada yerel liderler paletli iş makinalarının, kimyasalların ve ırmak dibini tarakla temizleyen kepçelerin gelmesine neden olan madencilerle bir anlaşma yapmışlar.

Leusa, bir zamanlar temiz olan suyun bulanıklaştığını, balıkların telef olduğunu ve çocukların ishalden öldüklerini söylüyor. Gelgelelim, kadın birliklerinin güçlü olduğu yerlerde -Cururu ve Anipini nehirleri- su hala temiz.

Maalesef tehditler birçok yönden büyümeye devam ediyor. Leusa, bölgesindeki ekin yığınlarını sular altında bırakacak baraj basamaklarını planlayan hükümete karşı mücadele etmede erkeklere katılmış durumda. Ayrıca, başkent Brasilia'ya bebeğiyle yolculuk eden Leusa, buradaki ormanı bir anneye benzetiyor:

"Hükümet yüzünden ormanımız ağlıyor, göğüslerimizden damlayan göz yaşları gibi."

Kaynak: https://www.theguardian.com/environment/2019/dec/21/mother-with-a-price-on-her-head-defending-amazon-forest

Çeviri: Engin Noyan