16 Ağustos 2019 Cuma

Prens, Aşk ve Saat



Valleluna Prensi Michael, parkta en sevdiği banka oturmuş, gecenin serinliğinde kendini hayat dolu hissediyordu. Diğer banklarda da kimsecikler yoktu. Serin hava pek çok kişiyi evine göndermişti.


Ay, parkın doğu yakasındaki evlerin üzerinden yükseliyor, çocuklar gülüp oynuyorlar, yakın sokakların birinden yumuşak bir müzik geliyor, bu küçük parkın etrafında at arabaları turluyordu.
Sokağın üzerinde seyahat eden trenler hızla geçip gitmişlerdi. Bu arabalar ve trenler, yabani sesleriyle parkın dışındaki hayvanlara benziyorlardı. Ancak parkın içerisine giremiyorlardı, burası güvenli ve sessizdi. Ağaçların boyunu da geçen uzun ve eski bir yapının içerisinde büyük, yuvarlak ve parlayan yüzüyle ışıklı bir saat yer almaktaydı.

Prens Michael'ın ayakkabıları eski püsküydü. Hiçbir ayakkabı tamircisi onları yenisi gibi yapamazdı artık. Kıyafetleri de yırtık pırtıktı. Yüzünü saran sakalları iki haftalık olmuş, bütün renklere —gri, kahverengi, kırmızı ve yeşil-sarı— bürünmüştü. Şapkası ise ayakkabı ve diğer kıyafetlerinden daha eski ve delik deşikti.

Prens Michael en sevdiği banka oturdu ve gülümsedi. Eğer isterse parkın etrafında görebildiği her evi satın alacak yeterli paraya sahip olması, onu mutlu eden bir düşünceydi. Bu gururlu New York kentindeki zengin biri kadar çokça altını vardı. Kral ve kraliçelerle masaya oturabilir, dünyadaki bütün iyi şeyler —sanat, zevk, güzel kadınlar, onur— onun olabilirdi. Ne zaman onları almayı tercih etse hayattaki bütün tatlı şeyler Valleluna'lı Prens Michael'ı bekliyordu. Gelgelelim, o, bunun yerine bir parkta, bir bankın üzerinde hırpani kıyafetleriyle oturmayı tercih ediyordu.

Tercih ediyordu, çünkü hayat ağacı meyvelerinin tadına bakmıştı ve bu tadı sevmemişti. Burada, bu parkta dünyanın atan kalbine yakın hissetmişti kendini. Bu parkın, meyvelerin tadını unutmada yardım edeceğini umuyordu. 

Bu düşünceler Prens Michael'ın aklından bir rüya gibi geçivermiş, rengarenk yüzüne bir gülümseme yayılmıştı. Bu şekilde, eski püskü kıyafetlerle oturup diğer insanları incelemeyi sevmişti. Bu insanlar için iyi şeyler yapmayı çok sevmişti. Vermek, bütün zenginliklere sahip olmaktan daha çok tatmin ediyordu onu. Başı sıkışan insanlara yardım etmek onun başlıca zevkiydi. Yardıma ihtiyaç duyan insanlara el verip onları prenslere yaraşır hediyelerle şaşırtmayı seviyordu. Dikkatlice düşünüp taşındıktan sonra bilgece yardım ediyordu her zaman.

Ama şimdi, büyük saatin parıldayan yüzüne baktığında gülümsemesi değişiverdi. Her zaman büyük düşünceler içerisinde olan Prens, zamanı düşündüğünde hep bir parça hüzün hissediyordu. Zaman, dünyayı kontrol ediyor, insanlar, zaman ne emrediyorsa onu yapmak zorunda kalıyorlar, kazanç ve giderleri her zaman bir saat tarafından kontrol ediliyordu. Zaman yüzünden hep bir telaş ve de korku içerisindeydiler. Bu onu üzmekteydi.

Bir süre sonra, gece kıyafetleriyle genç bir adam geldi ve Prense yakın bir banka oturdu. Adam burada yarım saat sinirli bir şekilde kaldı. Sonra da ağaçların üzerinde uzanan ışıklı saatin yüzünü seyretmeye başladı. Prens, genç adamın sıkıntıda olduğunu görebiliyordu. Bir şekilde saatin bu sıkıntının bir parçası olduğunu da görebiliyordu.

Prens yerinden kalkıp genç adamın yanına gitti.

"Ben yabancıyım ve sizinle konuşmamalıyım. Ama sıkıntıda olduğunuzu görebiliyorum. Ben, Valleluna Prensi Michael. İnsanların benim kim olduğunu bilmesini istemiyorum. Bu hırpani kıyafetleri de bu yüzden giyiyorum. Yardıma ihtiyaç duyanlara yardım etmek benim için küçük bir zevk. İlkin, yardıma değeceklerine emin olmalıyım. Bence siz yardım etmeye değersiniz. Ve belki de sıkıntınız sona erebilir, eğer siz ve ben, beraberce ne yapılacağına beraber karar verirsek."

Genç adam Prense parıldayan bir gözle baktı, sonra da güldü, ama hala yüzü sıkıntılı görünüyordu.Yine de birisiyle konuşmaya bir şans verdi.

"Sizinle tanıştığıma memnun oldum Prens" dedi keyifli bir şekilde. "Evet, bilinmek istenmediğinizi görebiliyorum. Bunu anlaması kolay. Yardım teklifiniz için teşekkür ederim. Ne var ki ne yapabileceğinizi anlayamadım. Bu benim sorunum. Yine de teşekkür ederim."

Prens Michael, genç adamın yanına oturdu. İnsanlar çoğunlukla ona hayır deseler de bunu her zaman nazikçe söylerler.

"Saatler" dedi Prens, "her erkek ve kadına ayak bağıdır. Seni oradaki saati izlerken gördüm. Onun yüzü, biz istesek de istemesek de bizi harekete geçirir. Onun yüzündeki sayılara güvenmemeni söylemeliyim. Eğer yapabilseler seni yok ederler. O saate bakmayı kes. Yaşayan erkek ve kadınlara dair ne bilir ki?"

"Ben genelde o saate bakmam" dedi genç adam. "Akşam kıyafetlerini giymediğim zamanlarda bir saat taşırım yanımda."

Prens, "kadınları ve erkekleri, ağaçları ve çiçekleri bildiğim gibi bilirim" dedi samimi ve gururlu bir sesle. "Yıllarca çalıştım. Ve şimdi çok zenginim.Yardım edemeyeceğim sıkıntı çok azdır. Yüzünde nasıl bir ifade olduğunu gördüm. Orada gurur ve iyilik var ve de sıkıntı. Lütfen yardımımı kabul et. Bilge biri olduğunu görebiliyorum. Ne kadar bilgesin göster bana. Yırtık pırtık kıyafetlerimle beni yargılama. Eminim ki sana yardımcı olabilirim."

Genç adam saate yeniden baktı ve yüzü sararmaya başladı. Sonra da parkın yanındaki bir eve çevirdi bakışlarını. Birçok odasında ışıkların yandığı görülebiliyordu.

"Dokuza on var" dedi genç adam. Ellerini kaldırıp sonra da indirdi, umudu yitip gitmişçesine. Ayağa kalktı ve gitmek için birkaç adım attı.   

"Gitme, dur" diye seslendi Prens Michael. Sesi o kadar güçlüydü ki genç adam hızla arkasına döndü ve kısa bir süreliğine güldü.

"On dakika bekleyip sonra da gideceğim" dedi kısık bir sesle, sadece kendisine söylemiş gibi. Sonra da Prense, "Size katılacağım. Bütün saatleri yok edeceğiz. Ve de kadınları."

"Otur" dedi Prens yumuşak bir sesle. "Bunu kabul etmem. Kadınları dahil etmem. Kadınlar saatlerin düşmanıdır. Onlar böyle doğarlar. Dolayısıyla onlar, saatleri yok etmeyi arzulayanların arkadaşlarıdır. Eğer bana güvenirsen sana hikayemi anlatabilirim."

 Genç adam yeniden oturdu ve bir kahkaha attı.

"Güveniyorum, Prensim" dedi. Prensin gerçek bir Prens olduğuna inanmamıştı. Konuşmasındaki eda bunu gösteriyordu. "Şu evi görüyor musunuz, Prens? Üçüncü kattaki üç pencereli şu evi? Bu akşam saat altıda genç bir hanımefendiyle o evdeydim. Onunla evleneceğim, evlenecektim. Ona yanlış yaptım, sevgili Prensim, ve o da bunu duydu. Üzgünüm. Unutmasını istedim. Kadınlardan her zaman böyle şeyleri unutmasını isteriz, değil mi, Prens?"

"Düşünmek için zaman istiyorum" dedi bana. "Ya ilelebet unutacağım ya da yüzünü bir daha asla görmeyeceğim. Saat sekiz buçukta bu evin üçüncü katındaki orta pencereyi izle. Eğer unutmaya karar verirsem uzun beyaz bir kumaş asacağım. O zaman her şeyin önceki gibi olduğunu bileceksin ve bana gelebilirsin. Eğer pencerede asılı bir şey görmezsen o zaman aramızdaki her şeyin sonsuza kadar bittiğini anlayacaksın."

"İşte bu yüzden saati izliyorum. Yirmi üç dakika önce zaman doldu. Neden bir parça sıkıntılı olduğumu anlıyor musun, benim hırpani Prensim?" dedi genç adam.

Prens Michael yumuşak sesiyle "sana anlatmama tekrar izin ver" dedi, "kadınlar saatlerin düşmanı olarak doğarlar. Saatler kötüdür, kadınlar iyidir. Beyaz kumaş yine de görünebilir."

Umutsuzca, "asla!" dedi genç adam. "Marian'ı tanımıyorsun. Her zaman dakiktir. Ona dair sevdiğim ilk şey buydu. Saat 8:31'de her şeyin bittiğini bilmeliydim. Batıya gideceğim. Bu akşamki trene biniyorum. Onu unutmanın bir yolunu bulacağım. İyi akşamlar Prens."

Prens Michael, nazik ve anlayışlı bir şekilde gülümseyerek genç adamı kolundan yakaladı. Prensin gözlerindeki parlak ışık yumuşaktı. Rüya gibi bulutumsuydu.

"Vakti gelene kadar saati bekle. Zengin ve güçlüyüm ve de pek çok kişiden daha bilgeyim. Ama saatin vakti göstermesinden korkuyorum. O zamana kadar benimle kal. Bu kadın senin olacak. Sana Valleluna Prensi söz veriyor. Evlendiğin gün sana yüz bin dolar ve Hudson Nehrinin yanında büyük bir ev vereceğim. Ama o evde saat olmamalı. Bunu kabul ediyor musun?"

"Elbette," dedi genç adam. "Saatleri sevmem."

Ağaçların üzerindeki saate yeniden baktı. Dokuza üç dakika vardı.

"Sanırım biraz uyuyacağım," dedi Prens Michael. "Uzun bir gün oldu."

Daha önce de sık sık yapmışçasına banka uzandı.

Prens, "hava güzel olduğunda herhangi bir akşam beni bu parkta bulursun. Evleneceğin günü kararlaştırdığında bana gel. Sana parayı vereceğim."

"Teşekkür ederim, Prens," dedi genç adam. "O gün gelmeyecek, ama yine de teşekkürler."

Prens Michael derin bir uykuya daldı. Şapkası yerde yuvarlandı, genç adam onu alıp Prensin yüzüne koydu ve Prensin bacaklarından birini daha rahat bir pozisyona getirdi. Perişan haldeki ceketi Prensin üstünü örtecek şekilde çekip "zavallı ahbap" dedi.  

Saat dokuzdu. Kulenin yüksek ve şaşırtıcı sesi saati söylüyordu. Genç adam derin bir nefes alıp eve bir kez daha dönüp baktı. Ve birden sevinç çığlıkları attı.

Üçüncü katın orta penceresinden kar beyazı harikulade bir kumaş sarkıyordu.

Bu esnada eve doğru alelacele giden bir adam parktan geçmekteydi.

"Lütfen bana saati söyler misiniz?" dedi genç adam.

Yoldan geçen adam da saatini çıkarıp "sekizi yirmi dokuz geçiyor" dedi.

Ve sonra da saat kulesine doğru başını kaldırıp "ama o saat yanlış! On yılda ilk defa. Saatim her zaman..."

Ne var ki onu dinleyen kimse yoktu. Arkasını döndü ve genç adamın üçüncü katta üç ışıklı eve doğru koştuğunu gördü.




Sabah vakti iki polis park boyunca devriye atmaktaydı. Görünen sadece bir kişi vardı, uzun park bankında uyuyan bir adam. Ona bakmak için durdular.

"Bu Hayalperest Michael," dedi polislerden biri. "Yirmi yıldır bu parkta bu şekilde uyur. Sanırım fazla ömrü kalmadı."

Diğer polis hayalperestin elindeki bir şeye gözü takıldı. "Şuna bak," dedi. "Elli dolar. Keşke ben de böyle bir rüya görsem."

Ve sonra da Valleluna Prensi Michael'ı sertçe sarsarak onu rüyalarından çıkartıp gerçek hayata getirdi.




Yazan: O. Henry

Çeviri: Engin Noyan