Turumun tarihi 12 Temmuz - 18 Temmuz 2021. Yaklaşık 1 hafta süren turun ilk gününde Ender, Şevket ve Emel ile Sinop otogarında buluşuyoruz. Bu otogara bisikletle değil, otobüs ile ulaşıyorum herhangi bir ek ücret ödemeksizin.
Otobüs yolculuklarını severim, çünkü izlerim. Pencerenin ardındakileri hayal eder, düşler, orada olur, ama burada numaralı bir koltukta sabit olduğumu bilir, yeni güne ve insanlara kavuşmayı sabırla, gizli bir sevinçle beklerim.
İstanbul'dan Sinop'a yol alan otobüsteki hissiyatımı o gece instagramda paylaştım:
Otogarda, daha önceden İstanbul'dan İğneada'ya yol aldığımız Emel, Don Kişot Bisiklet Kolektifinin tek gün kamplı Kurna bisiklet turunda pedalladığımız Ender, ve yeni tanıştığım Şevket ile buluşup hep beraber güzel bir kahvaltı için Yalı Kahvesine ilk pedalları çeviriyoruz.
Kahvehaneye varmadan otogardan yaklaşık 7 km'lik uzaklıktaki Tarihi Sinop Cezaevi ile karşılaşıyoruz. Müthiş heyecanlanıyorum.
Sinop'u görme motivasyonlarımdan biri de Sabahattin Ali'nin düşünce mahkumu olarak yattığı hapishaneyi görmek, nemli koğuşlarını dolaşmak, şiirleri ve öykülerini daha iyi hissedebilmekti. Bileni çoktur, 6 ay kaldığı Sinop cezaevinde "Aldırma Gönül" şiirini yazmış, sonraları da bestelenmişti. Tadilat nedeniyle maalesef biz gezemedik! Eski bir cezaevinin devasa vinçlerle hummalı bir tadilat sürecinden geçiyor olması da gişeye oynacağını gösteriyor. Zaman tuhaf gerçekten, önce mahkum et, sonra da bilet kes!
İlk grup fotoğrafımız tadilat gören cezaevi önünde (soldan sağa: Ender, Emel, ben ve Şevket )
Cezaevinin tam da karşısında bir heykel gözüme çarpıyor. Evet, bu ünlü "gölge etme başka ihsan istemem" sözüyle kolayca hatırlanan Diyojen.
Elinde fener Diyojen ve köpeği
M.Ö 412'de Sinop'ta doğan filozof Antikçağ Yunan felsefesinde Kinizm akımının öncüsü görülüyor. Vikipedi, felsefesini şu şekilde özetlemekte:
"Diyojen yoksulluk içinde yaşadığı, halka açık yerlerde yatıp kalktığı ve yiyeceğini dilenerek topladığı halde, herkesin aynı şekilde yaşaması gerektiğini savunmamıştır. Kişinin en kısıtlı yaşam koşullarında bile, mutlu ve bağımsız olabileceğini göstermeyi amaçlamıştır. İnsanın kendi kendine yeterli olabilmesi gerektiğini savunmuştur. Uygarlaşmanın getirdiği kurallara ve araçlara bağlı olan bir yaşamı reddetmiş, yaşamın doğal ve sade olması gerektiğine inanmıştır.
Kendi açısından sade ve doğal, toplumsal değerler açısından ise sefil denebilecek bir yaşam sürer. Ona göre, sade bir yaşam tarzı, sadelikten başka, örgütlenmiş, dolayısıyla uzlaşımsal toplumların görenek ve yasalarını da önemsememek anlamına gelir. Diyojen, doğaya aykırı bir kurum olan ailenin yerini, kadınların ve erkeklerin tek bir eşe bağlı olmadığı, çocukların ise bütün toplumun sorumluluğunda bulunduğu doğal bir durumun alması gerektiğini savunmuştur."
Diyojen ile ilgili anlatılan en ünlü hikayesi ise Büyük İskender ile arasında geçen diyalogdur. Başkalarının sefillik olarak gördüğü yaşamına rağmen dünyanın pek çok yerinde ün yapan bu filozofu ziyaret eden Büyük İskender başka insanların kendisinden korkuyla kaçışmasına rağmen hiç istifini bozmayan Diyojen’e “sen benim kim olduğumu biliyor musun ?"der. Diyojen “sen benim kölemin kölesisin çünkü dünya benim kölemdir, sen de dünyanın kölesisin” diyerek cevap verir. Diyojen’in bu yanıtı çok hoşuna giden İskender kendisinden istediğini dilemesini söyler. Diyojen’in cevabı ise yaşam felsefesine uygundur: “Gölge etme başka ihsan istemem.” (kaynak)
Bu ilk fotoğraf durağımızdan sonra Yalı Kahvesine doğru sürüyoruz, yaklaşık 1 km.
Birkaç trol, birçok balıkçı teknesinin demirlediği limanda deniz temiz, pek kimseler yok, olanlar da ağaçların altında serin masalarda Tersane Simidi eşliğinde çay içiyor. Öğle sıcağında, serin ve huzurlu bir ortam.
Yalı Kahvesi, Sinop
Sinop'tan gruba tandem kullanıcısı görme engelli arkadaşımız Oğuz'un da katılmasını bekliyor, batonun görünmesiyle eğlenceli sohbetler de, tur da başlıyor.
Görme engelli tanıdığım olmuştu önceden. Odtü'den Devrim. Kör Devrim derdik. Şimdi Samatya'da sahaf. İstanbul'a Ankara'dan bir kez beraber geldiğimizde -öğrenciydik ikimiz de o zamanlar, o Uluslararası İlişkiler, ben Siyaset Bilimi- Galata köprüsünde durmuş, Engin bana anlatır mısın demişti. İstanbul'u Devrim'e betimlemek...
Devrim ve Oğuz'da ortak nokta bu: Dil becerileri müthiş gelişkin, bitmeyen bir sohbet akışı, eleştiri, değerlendirme, espri... Aslında bir tandem kullanıcısı olarak kendimi hayal etmedim değil. Normal kullanımımda her bir ayrıntıya dikkat ederken, bir de bunu pedal arkadaşına anlatmak. Denemeliyim!
Oğuz kim mi? "Pedal Arkadaşım" linkine tıklayarak dinleyebilirsiniz. Bu videoda gruptan Ender ve Şevket'in de konuşmaları var. Biraz internet araştırmasıyla önceki yıllarda bu grup neler yapmış kolayca görülebilir.
Bisiklet turu demek her daim bisiklet üzerinde olmak demek değil. Yavaşlığın getirdiği görme, özümseme, hatırlama hallerine bir araç üzerinde en uygunu. Elbette bir yürüyüşün hayal gücünü taşıyamaz, ama geniş bir coğrafyayı da sırtında ağır bir çanta ile adımlamaktan kurtarır.
A noktası ile B noktası arasını, örneğin Sinop ile Samsun arasını yürümeden, sadece kente, çarşıya odaklanarak, gezerek, adımlayarak güçlü bir sosyal ve kültürel kazanım elde edilebilir. Peki ya aradaki mesafe?! O nerede? Aradaki yüzlerce kilometre yürünebilir mi, evet! Peki zaman var mı, görece hayır! Bisiklet işte tam bu zamansızlığı azaltarak, doğrudan teması artırarak yürümeye yakın bir deneyim sunabiliyor. İstediğiniz zaman durup bir çeşmeden su içebilir, dallarını yola uzatmış dutların tadına bakabilir, bir çobanla konuşabilir, kimsesiz bir durakta bekleyebilirsiniz...
Yürüme ve bisiklet sürme arasındaki olası mod farklarını kilometreler boyunca düşündüm. Açıkçası, sırtımda çanta günler süren herhangi bir uzun yürüyüş yapmadığımdan kıyaslamalarım yetersiz olabilir, ama günler süren kamp bisikletçiliğim en azından terazinin bir kısmını betimlememe olanak veriyor. Gerçi bu turda öncekilere nazaran bisikleti bir yere bırakıp ya da kilitleyip mümkün olduğunca yürümeye çalıştım, yürüdüm, konuştum, fotoğraf çektim.
Fotoğraf, yürümek demek. Anlam bağlamı içerisinde görüp kaydetmek demek. Bu çekme eylemini bisikletle yapan fotoğrafçı da var. New York sokaklarını bisikletiyle adımlayıp portre çeken Bill Cunningham. Bisiklet ve fotoğrafa dair Okyar Atilla'nın şu yazısı güzel boyutlar açabilir.
Sinop Limanı
Sinop çarşı bölgesi sakin ve tarihi bir atmosfere sahip. Karadenizin enginliğine kısmen onarılmış surları ve burçlarıyla hala şahitlik yapıyor.
Sinop Kalesi
Kale M.Ö. 8. yüzyılda Milet'ten gelerek Sinop'a yerleşip koloni kuran göçmenler tarafından yapıldığı düşünülmektedir, yazıyor turistik bilgilendirme panosunda. Anadolu geniş oranda bir akdeniz uygarlığı olagelmiş. Türkiye'nin yönü neresi sorusuna tarihinden cevap verilebilir. Ama hep de istilaya uğramış. Şu an toprak olarak değil ama rantsal kentleşme anlamında istila devam ediyor diyebilir miyiz?
Sinop Kalesi
Denizin sonsuzluğu ve kale surlarının kadimliği kente keşfe açık bir atmosfer sunuyor.
Sinop Kalesinden Karadeniz
İskeleden Sinop Kalesi
Emel, arkadaşıyla karşılaşıyor Yalı kahvehanesinde. Tesadüf! Sinop'a dair hoş sohbet, meşhur cevizli mantılardan sonra ilk kamp gecesini Hamsilos Tabiat Parkında geçirmek üzere sürüyoruz.
Yalı Kahvesi - Hamsilos, Kolay 13 km
Hamsilos
Karadeniz denince akla gelen hırçın dalgalar yok burada. Sakin bir göl adeta. Sinop'un simgelerinden rengarenk balıkçı tekneleri suyun sakinliğinde uyuyorlar.
Hava kararmaya yakın, kamp yeri bulmalı. Genelde karavanların olduğu yerlere çadır kurulur, biz de öyle yapıyoruz. Herkes kendi köşesinde, bir ağacın altında, muhabbette ya da başka alemlerde.
Dolmuş çekçek karavan
Minibüs karavan
Bisiklet kampçılığında günde kat edilen mesafenin akşamında duş almak rahatlatıcı ve sağlıklı. O yüzden genelde denize paralel sürülür bisikletler. Atıyorum kendimi denize, yoksa göle mi. O kadar dingin ki, Sapanca gölünü anımsatıyor bana. Su tatlı. Minik yengeçler yürüyorlar su kenarında. Su çayırı tutmuş suyun dibi.
İlk kamp akşamı, tatlı bir yorgunluk. Çadırlar kuruluyor, kendi müziğimize Tersane Spor minibüsünden akşamcı bir abinin Ahmet Kaya müzüği karışıyor. Yüksek bir ses. Ben buradayım, mekan bizim sesi. Bir zaman sonra rica vs dile getiriyoruz, ama kafalar güzel, Ahmet Kaya bu saygısızlığı yapmazdı. Neyse, kesiliyor bir süre sonra. Kuşların ve yavaştan kıyıya vuran dalgamsı seslerle, yanımıza gelen yaşlı bir köpek eşliğinde sohbetler edip, yarına dair sürülecek yollara hayaller kurup uyuyakalıyoruz.
Yaşlı ve Oğuz
Bu fotoğrafı Oğuz'a betimlemek ya da anlatmak istiyorum. Oğuz'la fotoğrafa dair bu deneyimi ses kaydına aldım.
Yeni gün, yeni yollar, tanışmalar, alınan mesafeler, kat edilen yollar, tanışılan insanlar... bizi bekliyor. Gece vakti sohbetinde İnceburun Deniz Feneri'ne sürelim teklifim rağbet görmüyor. Tek başıma da gitmeyi tercih etmiyorum, grup sürüşü modundayım. Aslında gidebilirdim de. Bu Karadeniz turunda herkes kendi kafasına göre sürebilir, bitiş noktaları belirli, oralarda buluşulur dünyası var. Henüz bu kafada değilim. Pedal Arkadaşımla devam.
2. günün teri Erfelek Şelalesine doğru düşüyor. Bisiklet turları erken saatte mümkünse gün aydınlanmak üzereyken başlamalı, hava kararmadan bitmeli. En ideali bu. Önceki solo turlarımda da buna göre hareket ettim genelde. Gün doğumu ve gün batımı arasında güneşin ve UV tehlikeli olduğu saatlerde dinlenme hali. İyi bir dinlenme olmaksızın iyi bir performans zor. Uzun süreli turlarda daha da zor. Bu arada şu kadar km, şu kadar hız gibi yol/hız denklemlerine girmiyorum. Km sayacı bile çalıştırmadım, sadece Komoot uygulamasından eğim vs değerlerine bakmak yetti.
Hamsilos koyundan Erfelek Tatlıca Şelalerine uygulama şu verileri paylaşıyor:
Hamsilos - Erfelek Şelaleri, zor 49km
Erfelek'teki yemek molası hariç neredeyse durmaksızın sürüyoruz. Her yan verimli, çiftçiler tarlalarında, kimi zaman da çobanlar görünüyor. Mümkün olduğunca yer sorma bahanesiyle sohbet etmek istiyorum. Bisikletle buralara gelmenin deli işi olduğunu düşünüyorlar. Niye bisikletle geldin e yavrum sorusuna sizinle sohbet etmek için deyince şaşırıyor, zor yavrum yazık değil mi dediğinde, seviyorum teyzecim, amcacım yavaşlığı deyip tatlı tatlı vedalaşıyoruz.
Sebze-meyve tablasında kısacık molalar
Çiftçinin suyu termosunda
Tabelalar, yol ayrımları ve kör aynadan selam
Göz hakkı dutlar ve elmalar arasından geleneksel bir Karadeniz evi
Yol sorduğum çoban dede, ve eşi (sol arkada).
Yol boyu o kadar çok ezilmiş kedi, kuş, yılan, kertenkele, kaplumbağa... gördüm ki bir ara foto seri yapmayı düşündüm. İlk çekip paylaştığım kertenkele fotosuna olumsuz bir tepki alınca vaz geçtim. Herkes güzel şeyler görmek istiyor gibi. İnstagram bir büyüleme/büyülenme ortamı, sanki.
Yeni ölmüş ya da öldürülmüş bir yılan
İnsanların özellikle kara araçlarıyla ulaştığı hız ile hayvanların doğal hızları inanılmaz tezat. Karayolları ölü hayvanlarla dolu. Doğanın üzerine çekilmiş gri asfalt yollar hayvanlar için tehdit oluşturuyor. Olası bir çözüm ne olabilir? Aklıma yeşil yollar geliyor, ama nereye ne sıklıkla yapılabilir, ya da hayvan bunu bilebilir mi?!
Ezilmiş bir kertenkele
Ve nihayet Erfelek baraj gölü. Yamaçlarına kurulu evler o kadar şirin ve güzel görünüyor ki.
Erfelek Baraj Gölü
Burası aynı zamanda Devlet Avlağı imiş, tabeladan anlaşılan bu. Yani Devlet size avlanma alanı sunuyor. Avlanılacak türler arasında ise yaban domuzu, karatavuk ve çakal belirtilmiş. Gerçekte bunların dışında pek çok hayvanın avlandığını düşünüyorum. Neden mi? Yol boyunca trafik işaret tabelaları bile delik deşik durumda.
Avlanabilirsin diyen resmi tabela!
Avlanan trafik tabelası
Yol boyunca kamp yapabileceğimiz yer sorarken Cemile Bacı'nın yerini söylediler hep. Ve işte karşımıza çıkıverdi.
Cemile Bacı'nın yeri
Dumanı tüten şey, tadına doyamadığımız semaver çayı. Hep yanar dedi, gelenimiz gidenimiz çok olur. Kosgep desteğiyle işletmeye başlamış burayı. Eşi, çocukları, torunları hep bir arada. Ayı kovan köpeği, karpuz kabuğunu dişleyen ördek yavruları, dinmeyen kuş cıvıltıları... Gözlemeleri harikulade. Masaya ıhlamurlar serili. Kavanozlarda kestane balları, tarhanalar. Her şey sağlıklı ve leziz görünüyor. Bir ara eşi gözden kayboluyor, nereye gittiğini sorduğumuzda geyik mantarı deyip bize sunuyor. Çiğ çiğ yiyoruz, leziz.
Cemile Bacı
Torunlarından Alperen çok akıllı, ertesi gün yeniden gelmemizi dört gözle beklemişler. Şevket ve Ender bir güzellik yapıp tandem sürdürdüler, ağızları kulaklarındaydı.
Şelaleye varmadan kamp kuracağımız Erfelek Baraj gölüne düşen akşamın son ışıkları harikulade. Kamp kuracağımız noktada birkaç balıkçı şanslarını at-çek yaparak deniyorlar.
Erfelek Baraj Gölü
Kente dair en ufak bir sesin, ışığın olmadığı göl kenarında çadırlarımızı kuruyor, yıldızların parıltılarını izliyor, Cemile Bacı'nın verdiği azıktan atıştırıyor, el değirmeninde çekilmiş kahveden pay edip yudumluyor, Oğuz'un otantik ağız enstrümanıyla çaldığı parçalar eşliğinde çadırımızda geceye karışıyoruz.
Yeni gün, Cemile Bacı'ya geri dönüp leziz tarhana çorbası, menemeni ve sınırsız çayıyla gücümüzü buluyor, hoş sohbetin keyfiyle bunca alınan yolun, emeğin buna değdiğini hissediyorum. Artık şelaleye gitme zamanı, vedalaşıp yola düşüyoruz.
Erfelek 1. Şelale
Şelaleler Sinop'ta popüler bir uğrak yeri. Toplamda 28 şelaleyi 1,5 km'lik vadi boyunca görüp, yürüyebiliyorsunuz. Trekking için güzel bir güzergah. Bitki ve ağaç çeşitliliği zengin.
Erfelek Tatlıca Şelaleri Bilgilendirme Panosu
İlk şelale ve su değirmeni
Buz gibi suya girme denemeleri
Numarasını bilemediğim huzurlu bir şelale
Şelaleler arası patikalarda Oğuz
Nihayet 28. şelaledeyiz. Biraz hayal kırıklığı ama ayran güzel
Sinop'ta görülecek yerler nereler mi? Bir ağaca tabelalarla yazmışlar. Biz kaçını gezebildik? Tabiki hepsini değil, bu da bir sonraki gelişlerimiz için bahanemiz olsun deyip yollara düşüyoruz.
Sinop'ta gezilecek yerler ağacı
Bugünkü hedefimiz Gerze. Yaklaşık 50km. Rotamızın Komoot'taki görümü şöyle:
Dönüş yolu tam yüklü bisikletim Samsara
Ender ve Oğuz
Artçısız diğer tandemde Şevket
Gittikçe performansını artıran Emel
Yolumuzun 2/3'ü yokuş aşağı. Bu bize zaman kazandıracak. Ama yine de geceye kalıyoruz. Emel'in ışıklandırma ekipmanı yetersizliğinden bir süre bisikletten inip yürümek durumunda kalıyoruz.
Yokuşlarda elde bisiklet
Gölgem duvarda, yürüyoruz
Gerze'ye varamadan, yaklaşık 10 km öncesinde bir mekanda konaklamak zorunda kalıyoruz. İyi ki kalıyoruz, güzel sohbetler bizimle oluyor.
Domates, biber, çilek, ceviz, kiraz gibi meyve-sebzelerin üretildiği bir yerdeyiz. Gerçi bunun farkında değiliz, karanlık. Genç biri bisküvi raflarını diziyor, 50 yaşlarında bir adam da avludaki masada oturmuş yolu izliyor. Önce ben varıyorum, su alıyorum. Ardından arkadaşlar geliyor. Konaklama için Petrol ofisi gibi bir yer olup olmadığını soruyor Ender. Buralarda varmış, neresi acaba diye. Adam kapandı diyor. Ender pratik zeka. Abi o zaman sende kalabilir miyiz? Adam bir su havuzunu gösteriyor, bunun üstünda kalın diyor. Henüz balıkların olmadığı havuzun üzerindeki platforma çadırları kuruyoruz. Hepimiz için tuhaf bir deneyim. Gecenin yorgunluğuna ve belirsizliğine Apti abinin hikayeleri karışıyor, Oğuz kahve demliyor, zaman uykuya doğru akıyor.
Sabahın 7'si gibiydi belki de. İnanılmaz bir sıcak. Nasıl ter içindeyim ve yanıyorum. Dayanamıyorum. Çadırdan kendimi atıyorum, hızla toparlanıp bir gölgeye sığınıyorum. Güneş cehennem. Ardımdan herkes uyanıyor. Apti abi bile. Ama akşamdan kalma. Hala yumurta sayıyor. Adam başı kaç yumurta yersiniz?
Derken Hakan elinde yöresel simitler çıkıp geliyor. Seradan biber, domates, salatalık toplanıyor. Gölge bir yere masa kuruluyor, tarımsal gerçekleri dinliyoruz Hakan'dan.
Seradan domates, biber... teşekkürler Hakan
Yaklaşık 5 yıldır kamplı bisiklet turu yapıyorum. İlk defa bu kadar kalabalık bir arkadaş grubuyla bu kadar uzun yol yaptım. Grupla sürmenin organize becerileri geliştirmesi, sosyal keyif açısından üstünlükleri var, ama bir türlü manevi tatmine ulaşamıyorum. Hep bir birbirimize yetişme çabası, bir şeyleri belirleme uğraşısı peşinde pedal çevirerek vakit geçiyor. Grupla aramdaki tempo farkı -ne kadar yavaş o kadar iyi, benim için-, yola çıkış vakti -ben erkenden, münkünse gün doğumuyla sürmeyi doğru buluyorum-, gibi gibi farklardan biraz arkada kalıp turun geri kalanını solo kıvamında sürdümeye karar veriyorum. Ve tura yeniden merhaba diyorum!
"Pedal Arkadaşım" önde devam ediyor, güzel de gidiyorlar, sosyalleşiyorlar, ara ara Şevket'in hesabından görüyorum. Yolları açık, muhabbetleri keyifli olsun.
Gerze yol ayrımı
Gerze'ye değil Yakakent'e doğru eğimsiz, geniş bir yoldan devam. Bulutlar gibiyiz, hareketli ve geçici, ama varız. Yollarda, ve düşleyerek.
Yola yine geç çıkıldığı için öğle sıcağında mecburen pedallıyoruz. Şanslı olduğumuz kısım, burası Karadeniz. Yine de esiyor. Ama UV tehlikeli. Sahil boyunca kayalarla sıralanmış bant boyunca bir ağaç gölgesinde öğle sıcağını atmak, mümkünse kayaların arasından denize girmek ve dinlenmek istiyorum.
Bulutlara el sallayan salkım söğüt
Kayaların arasında oluşmuş havuza giriyorum, deniz hırçın. Bu hoşuma gidiyor. Terimi, negatif halimi, stresimi atıyor, yolu akışına, kendi haline ve rüzgara bırakıyor. Gölgesine uzanıyorum söğüdün, gözlerim bulutta, kulağım Mohsen'de.
Karadeniz otoyolu için yarılmış yamaçlar taştan, kuru yüzünü gösteriyor yer yer. Yine de ağaçlar, her şeye rağmen fidandan boy verip uçuruma tutunmuşlar, umuda, geleceğe, gören gözlere.
Hayata tutunan ağaçlar
Hava hala sıcaklığını koruduğundan, iki tüneli geçtikten sonra -tünellerde bisikletliler için hala güvenlik şeridi olmadığını söylemeliyim- ilk gördüğüm dinlenme tesisinde uzun bir mola vermek istiyorum, adı Son Çare. Burası bir aile işletmesi ve ileri dönüşüm örnekleri var, fotoğraflıyorum:
Deniz kabuklarının sesini duyabiliyor musunuz?
Tema: Her kadın çiçektir, mi?
Kadim geleneğimiz çeşmeler. Her köyde, camide, mezarlıkta duasını bekleyen hayratlar. Dinlenmek ve su tedarik etmek için güzel bir fırsat.
Yakakent girişinde mutevazı bir çeşme
Yakakent'ten geçiyorum. Bir dur dedi içimdeki ses, bu kadar hızlı olma. Tanımak, görmek için yollarda değil misin, her bir ayrıntıyı görmek için, güzel fotoğraflar için...
Sahil kesimine giriveriyorum. Şirin bir sayfiye beldesi. Dondurmacılar, kafeler... Plajlarda şemsiyeler açılmış, altında denizi seyredenler, voleybol oynayan gençler, kim bu dercesine beni süzenler...
Yakakent'te bir bisikletli
Bu fotoğrafı çekerken de sevdim. Bir an görüp de çektiğim, an'lık bir fotoğraf. İnstagram hikayelerde paylaşırken altına şöyle yazmışım: "Ahh evet bir turcu yetişiyor, önce ve her daim dalgaları dinlemeli."
Yakakent sonrası Alaçam. Belde merkezini gösteren tabelalardan birinde "Mübadele Müzesi"ni görünce tereddütsüz sapıyorum. Tek caddeli işlek bir çarşı içerisindeyim. Eski tarz, klasik, bakması keyif veren birkaç katlı ahşap evler görmeye başlıyorum. Birkaç km içerilere girince nihayet karşımda mübadele müzesi.
Alaçam Mübadele Müzesi
Saate hiç dikkat etmemişim, maalesef kapalı! Halbuki fotoğraflara, eşyalara bakmayı, hüzünlü öykülerini dinlemek istemiştim. Müzenin aktif bir facebook sayfası var.
Müzenin dış cepheden fotoğrafını çekerken birden yanımda bir jeep duruyor, şapkalı bir adam: hoşgeldiniz öncelikle, müzemiz kapalı, ama -Tarihi Evler tabelasını göstererek- şu yoldan otantik evleri görebilirsiniz. Teşekkür ediyorum. Nereden geldiğimi, nereli olduğumu soran, yanıtlayan diyaloglardan sonra yollarımıza dönüyoruz.
Tur boyunca nerelisin sorusu en zorlandığım soru. Bir yere ait hissetmiyorum kendimi. Belki de bu yüzden yollardayım, arıyorum, ya da aramıyorum. Geziyorum, tanıyorum, tanışıyoruz. Ama illaki cevap vermem gerekirse Niğde doğumluyum, birkaç yaşından lise sona kadar Mersin'de büyüdüm, uzun yıllar Ankara'da okudum. Şimdi İstanbul'dayım. Neyse! Geleneksel tanıma kodları işlevselliğini sürdüredursun Alaçam'da çektiğim karelere bakalım:
Tarihi bir Alaçam evi hala uykuların ev sahibi
Mısır ekinleri arasında terk edilmiş hikayeler
Bunca yıla rağmen hala kullanılıyor gibi
Geleneksel ve modern aynı çatı altında
Terk edilmiş bir okul görmek daha da hüzünlü
Pedal arkadaşlarımı yakalama kaygısından hangi terk edilmişliklere geldim böyle. Bu evleri görmemi tavsiye eden 50'lerindeki kırmızı spor şapkalı beyefendi jeepine binmeden Geyikkoşan'ı görmelisin, çok güzel sahili var dediğini unutmadan sahile doğru yöneliyorum.
Her iki yanı çınar ağaçlarıyla güzelleşen uzun bir cadde sonunda sonsuz bir plaja varıyorum. Burada da dalgalar iştahlı, hırçın. Plajda bir gelin-damat kutlaması var, birçok insan devasa çelenkler arasından geçiyor, fotolar çekiliyor, çiçekler savruluyor. Upuzun kumsalın dinginliğine ne kadar da tezat. Kısa bir keşif sürüşünden sonra, yorgunluk kahvemi içeceğim ulu bir ağaç görüyorum. Ne kadar da büyük. Sırtımı dayayıp, kahvemi pişiriyorum. Uzun bir süre ayrılamıyorum ağacın dünyasından ve yazıyorum:
Dilime bu şarkı düşmesi tesadüf olmasa gerek. Yerlerinden edilen yüzbinlerce insanın acısını aklını yitiren Gomitas'ta, Sivas'ta yakılan Metin Altıok'ta hissediyorum, kalp kalp yapraklar öylesine hüzün.
Güneş batmak üzere, yol bitmez elbet. Hatırlananlarla demlenir dalgalar, geceden bir Jojo çıkar gelir, bu günü de uğurlarız.
Sırtım kavağa yaslı, güneşi uğurluyoruz
Geceye Jojo geliyor
Yeterince güzeliz, gece güzel, Jojo'nun arkadaşlığı güzel... Karanlıklara karışma vakti. Geyikkoşan kamp yeri ve olanaklar açısından zengin. Çam ağaçlarının arasında bırakıyorum yorgun bedenimi uykuya.
Sabah genç sesler, diyaloglar duyuyorum. Aa bisikletle gelmiş diyor biri, diğeri gülüyor. Bisikletle uzun yol yaptığınızda ya takdir görürsünüz, ki bunlar güzel insanlardır; ya da, sizi garipseyip, niye motorla, arabayla değil oğlum, kendini bu kadar yoruyorsun, bunlar da derinleşemeyen, kolaycı insan tipidir. Aslolan içinizdeki sestir. Bizi boyutlandıran renklerin peşinde olmalı; araba ya da bisiklet bir araç sadece, amaç değil. Yürümeye en yakın araç olduğundan bisiklet sürüyor, mümkün olduğunca da yürüyorum, ayaklarımın üzerinde yüzyılların geleneksel bedeniyle özdeşleşip, daha iyi özümsüyorum hayatı. Bu da benim dünyam!
Toparlanıp sahile tekrar çıkmak üzereyken göbekli bir Alaçamlı adam geliyor, gidiyor musun diyor, evet diyorum, her gün yol almalıyım. Birden nasıl olduysa oğlunu anlatıyor, iyi bir kolejde müzik öğretmeni olduğundan, binlerce aday arasından seçildiğinden, senin işin ne, yok sen öğretmen gibi değilsin, derken öğretmenim diyorum. (Aslında yazarım demek istedim.) Görüntüsel önyargılar, çocuğu üzerinden egolanmalar. Anlatıyor da anlatıyor, iyi biri ama bu kadar çocuğunu dinlemek niye ki?! Kardeşlerini anlatmaya başlıyor, şu oldular bu oldular. Siz ne oldunuz dedim. 10 adım ötedeki büyükçe bir çadırı gösterip işte bu diyor. Ne güzel diyorum, iyiyseniz. Belki de eksikliğini sosyal, aile çevre başarılarıyla kapatıyor, bilemedim.
Kahve pişirmek için dün gördüğüm çamların arasındaki masalara sürüyorum.
Alaçam'da bir piknik alanı
Ahşap masaları severim, gözdemdir. Rahatça yayılırım, okurum, yazarım. Burada dumanlı piknikçiler de olsa hoş.
Kahvemi yapıyorum, km'lerce yanımda taşıdığım Murathan Mungan'ın Aile Albümü şiir antolojisinden şiirler okuyorum, fıstık yeşili deftere betimleyici bir şeyler yazıyorum.... vakit geçiyor, öğle sıcağı arkada kalıyor. Kalkmaya yakın bir bisikletli beliriveriyor yanımda, şaşırıyor ve seviniyorum. Samsun'dan sürüp gelmiş, spor yapıyor. Fırat'la baya bir laflıyoruz, bisiklete ve kamp moduna dair, teknik mevzular. Hatıramız (teknik bir nedenle böyle çıktı foto, ama instagram adresi burada):
Teknik hatalı, hoş sohbetli bir fotomuz
Bafra'ya yola düşmeden, dün tesadüfen görüp de bugüne çekmeyi bıraktığım kum nergislerini fotoğraflıyorum.
Kum nergisleri, Geyikkoşan sahili
Bafra yolu düz, her bir ayrıntıyı görerek pedallıyorum. Yol akıyor. Birkaç saat içerisinde Kızılırmak köprüsüne ulaşıyorum.
Kızılırmak köprüsü, Bafra
Kızılırmak, Sivas'ta doğup Bafra'da Karadenize kavuşan Türkiye'nin kendi topraklarındaki en uzun akarsuyu. 1355km. 2000 metrelik rakımdan deniz seviyesine ulaşmasına köprüden itibaren yaklaşık 20 km kalmış durumda. Bu yolculuğa eşlik etmek istiyor, hemen paralelinde kuş sesleriyle, hafiften bir rüzgarla yol alıyorum.
Döküldüğü alanda verimli delta oluşturduğundan tarımcılık hayli gelişmiş. Bir köyden diğerine Bafra Fenerine doğru kamyon kamyon karpuzlar görüyorum, sıra sıra mısırlar. Ve leylekler. Leyleklerin bir arada göçer halleri bana şu satırları yazdırıyor:
Bir tarladan diğerine, bir köyden başkasına, güneş batmaya yakın ulaşmaya çalışıyorum Bafra Fenerine. Kendi arazisine kondurulmuş güzel çiftçi evleri, Kızılırmak'ın bereketini gösteriyor. Bütün bu güzellikler arasında terk edilmiş bir köy okulu bir hüzün abidesi gibi duruyor. Kitli demir kapısında hala "Ne Mutlu Türküm" yazılı.
Terk edilmiş bir köy okulu
Yol, asfalttan mucurlu hale dönüşüyor, güneş batmaya yakın, ben hala varamadım. Terli ve yorgunum, tam yükle 50km. Yolun yumuşak, çakıllı hali de sürmemi zorlaştırıyor. Gün kararmadan, kendimi denize atmak, Fener'den önceki köy bakkalından aldığım makarnayı ketçapla yemek niyetindeyim, tabiki yorgunluk kahvesi de.
Fenere nihayet ulaşıyorum, hava kararmak üzere. Birden bire bahçe kapısından bir adam, burda mı kalacaksın diyor, evet diyorum. İyi ki gördüm, köpeği salacaktım diyor. Bu esnada, yol boyunca pek hissetmediğim sineklerin birden başımın etrafında, her yerimde, ağzımda gözümde kulağımda vızıldayıp sokmaya çalıştıklarını fark ediyorum. Aman yarabbi, ne güzel karşılama! Alelacele çektiğim fotoda bile varlar.
Bafra Deniz Feneri ve sivrisinekler
Adam plajı gösteriyor, oraya çadır kurabilirsin diye. Olabildiğince hızla, sineklerin eşliğinde bisikleti sürüklüyorum, ama ne sinek, lanet olsun, hayal kırıklığı içerisindeyim. Bir adam da gayet sakin balık tutuyor, kafası sinek içinde. Rasgele diyorum, rahatsız olmuyor musun, bu ne sinek böyle. Yok alıştım ben diyor, sinekkov sürdüm ama fayda etmiyor. İçimden lanetler okuyup, düşün düşün düşün, ne yapmalı ne yapmalı diye telkinde bulunarak bisikletin ötesinde bir yere kuruveriyorum çadırı. Çok hızlıyım. Yanıma sadece su alıp atıyorum kendimi çadırın içine. Benle beraber on civarı sinek de giriyor. Nasıl terli, yorgun ve sinekler tarafından ısırılmış haldeyim. Uzun süre kendime gelemiyorum sırt üstü kendimi attığım yerde.
Nefes nefeseyim, dalgaların coşkusuna nasıl da uyumlu. Kendime gelip içerideki sinekleri öldürmek zorunda kalıyorum, çadır kan içinde. Saatlerce o halde kalıyorum, ta ki gecenin serinliğiyle üzerime tulumu üzerime serene kadar. Saate bakıyorum, sabah erkenden burayı, bu lanet yeri terk etmeli! Sabah 5 civarı gün doğuyor. Saatimi kurup yatıyorum, gecenin en güzel yanı dalgalar. Dalgalarla sızıyorum.
Sabah korkuyla çadırın fermuarını açıyorum, sivriler var mı hala diye. Şükür! Yine de hızla toparlanıp kaçıyorum, saat sabahın altısı. Bugün Kızılırmak Kuş Cennetine ulaşıp, öğle sıcağını orada geçirip akşam Samsun'a varıp geri dönmek istiyorum artık. Tur motivasyonum ve kondisyonum zayıf, ayırdığım 1 haftalık zaman da dolmak üzere.
Kızılırmak'ın Karadenize kavuştuğu yerdeyim
Bozuk yollarına, sinek saldırısına ve pek de misafirperver olmayan muhtemel fenerciye rağmen yine de şirin bir fener.
Bafra Deniz Feneri
Benim gibi erkenden yollara düşen çiftçilerle selamlaşıyoruz yol boyu. Sulamaya çıkanlar, sürüyü otlatmaya götüren çobanlar, kuşlar, köpekler...
Yola düşmüş bir çoban
Yine bir terk edilmiş köy okulundan geçiyorum. Neden terk edildi, nereye gitti bunca öğrenci, terk edildiyse de başka bir amaçla kullanılamaz mı, gibi sorularla, çiçekler boyu sürmeye devam ediyorum.
"Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz!"
Yol boyu gördüğüm çalı çiçekleri burada daha da büyükler.
İç içe geçmiş çiçekler
Verimli Bafra ovasını yararak akan Kızılırmak'ın her iki yakasındaki köyü birleştiren köprüye ulaşıyorum. Milli Park daha yakın artık. Köprü geniş ve işlevsel. Lakin Samsun Büyükşehir Belediyesi yol boyunca diktiği tabelalarda çalışkan çiftçimize hediyemizdir gibi reklamsı panolar asması nahoş. Hazineden, çoktan yapılması gereken bir hizmeti hediye olarak, müteşekkir olun havasıyla seçim yatırımlı panolara asmak hoş değil.
Türbe ve Kalaycılı köylerini birleştiren köprü
Ne Bafra tütün müzesi gezebildim ne tadına bakabildim ama şu fotoğraf hala geleneksel koşullarda bireysel üretimin ve tiryakiliğin devam ettiğini gösteriyor.
Kurutulan türün yaprakları
Belediyenin en güzel çalışmalarından biri de Kuş Cenneti yolu boyunca onlarca kuşa dair dev bilgilendirme tabelaları yerleştirip kuşları tanıtması. Adlarını okuyarak, aklımda tutmaya çalışarak, görmeyi umut ederek gittikçe yaklaşıyorum.
Samsun Kızılırmak Deltası giriş
Leylekler akşama doğru ağaçlarda, gündüz ise tarlalarda görünüyor, muhtemelen sulak alandaki canlıları avlıyorlar. Akşamki aile görüntüsünün yerini bireysel bekleyişler alıyor.
Leylek gözetleme kulesi
Deltadaki sulak alanlara yaklaştıkça mandaların sayısı artıyor. Kimisi sıcakta kendini suya atmış, bazıları da otlamaya devam ediyor. Türkiye'nin en büyük manda popülasyonu burada yer alıyormuş.
Kızırmak deltasında bir manda
2016 yılında UNESCO Dünya Doğal Mirası Geçici Listesine alınan Kızılırmak Deltası Sulak Alan ve Kuş Cenneti (SAMKUŞ) 1 lirayla çalışan gözlem kuleleri dürbünleriyle birçok kuşu, yılkı atı izleyebiliyorum.
Gözlem dürbünü
Öğle sıcağını ziyaretçi merkezinde geçirdikten sonra arabaların giremediği, sadece özel tur araçlarının ve bisikletlerin girebildiği yoldan ilerliyorum. Girişteki kör aynadan merhaba!
Cennetin kapısından merhaba
Mandaların dışında başka bir canlı, yılkı atları görebilmek ne güzel. Acaba canlı çeşitliliği artırılabilir mi?
Yılkı atları
Gözetleme kulelerinden bir diğeri. Suyun içinde serinleyen öndeki yavru mandalar çok şirin ve şaşkınlar.
Gözetleme kulesi
Bu kadar sulak bir alanda kuş popülasyonu çeşitli ve zengin olmalı. Nihayet bir tabela ile karşılaşıyorum. Deltada 353 kuş türü yer alıyormuş.
Kuş türleri
Yüzlerce kuş türünden, dürbünle de bakmama rağmen genelde birkaç aynı tür kuşu görmem mevsimsel olabilir.
Deltada aynı zamanda Göl Soğanı ve Kardelen gibi endemik bitki türleri de var.
Kardelensiz bilgiler
Park boyunca platformlarda kuşlar dürbünlerle gözlemlenebiliyor. Benden hemen sonra gelip gezi aracında inenler sadece fotoğraf çekilip gittiler. 1 lira mı fazla geldi, aslolan instagrama foto yüklemek mi, kuşlar mı?
Kuş gözlem platformu
Park gezenti aracı, kişi başı 10 lira
Kızırmak deltası bisiklet turu için harikulade bir rota. Bisiklet kültürü için bir kazanım. Bisiklet kiralanarak delta gezilebiliyor. Yol boyunca birçok bisikletli görüp selamlaştık.
Kiralık bisikletler
Ve bitiyor park. Ama bütünsel bir coğrafya olduğundan karayoluna çıkana kadar, kuşlar ve güzelim ağaçlar var olmaya devam ediyor.
Park bitti ama leylekler bunun farkında mı? Doğanın yapay sınırları var mıdır?
Eski bir elektrik direğinde bir çift leylek
Park biti ama yollar biter mi, bugün Samsun'a, terminale varabilmeliyim. Dün geceki sivrisinek saldırısına, moral bozukluğunu deltanın kuşları, rüzgarı dindirmiş gibi. Enerjim yerimde, kulağımda beğendiğim müzikler yol alıyorum Samsun merkeze doğru. Yol düz, trafik düzenli.
Bunca yüke rağmen Samsara yine iyi iş çıkartıyor
Nihayet beni Samsun'a ulaştıracak karayolundayım.
19 Mayıs meydanı
19 Mayıs'tayım ve daha 35 km var Samsun merkeze. Yorgunum ama şansıma yol düz. Merkeze varmadan Atakum'da duruyorum, her yer yaz modu, ve katlanır sandalye her bir noktada, sohbetler ve biralar açılmış, keyfim yerinde. Gece otobüsüm saat 1'de, yeterince zamanım var, yavaştan sürüyorum ya da yürüyorum.
Samsara Samsun'da
Bir kentin sokağını, insanlarını müziğinde hissedebiliyorum. Samsun güzel bir kent, samimi ve keyifli. Yeniden bir Karadeniz turunu Samsun'dan başlanabilir, neden olmasın.
Gitme vakti yaklaştı, artık otogardayım. İnternet üzerinden Kamilkoç'tan bilet almıştım, ne olur ne olmaz diye. Almasaydım keşke! Bisikletim için ekstra bilet istediler. Yaşadıklarımı twitter'da yazdım:
@kamilkoccom web sitenizde #bisiklet fiyatlandırması 72 lira yazarken 179 lira alındı, yani bir bilet parası. Kendi kurallarınızı en azından uygulanmalı. Demekki 107 lira hak mağduriyetim var. @BisikletUlasim@bisikletli@Bugep_
Pedal Arkadaşım'a ilk bir haftasına eşlik etme hevesimle başlayıp solo turla sonlanan 1 haftalık turumda yeni yerler ve insanları, direnç, sebat, ter, güç, sabırla azmedip fiziksel ve manevi motivasyon eksikliğine rağmen yine de yollarda olmanın bana iyi geldiğini, güçlendirdiğini, zihnen tazelediğini, yeni karşılaşmalarla ve hayallerle boyutlandırdığını, biz kimiz, nerden geldik, nereye gidiyoruz sorusuna içten bir cevap aradığımı hissederek yol aldım.
Yolu, yolda olmayı, olabilmeyi sevdim, seviyorum. Teker döndü, sözler söylendi. Kuşlar kanat çırptıkça sürecek bu yol sevdası. 🌿