Kilimli’nin dalgaları yeni günde daha da heyecanlı. Kıyıya yaklaştıkça büyüyorlar. Yeni bir güne yüzerek başlamak, denizde sırt üstü uzanmak, çakıl taşlarının dip akıntılarla çıkardıkları çıtırtıları dinlemek, gözlerimde gök mavisi enginliğini yaşamak istiyorum. Ne var ki kendimi denize bırakamıyorum bile, dalgalar sadece denize ait...
Kilimli |
Kilimli |
Dalgaların
kıyıya gümbürdeyerek çarpışlarından, biralarımızı yudumlarken hemen
yanıbaşımızda kanat çırpmaksızın süzülen martılardan, yamaçlarda gece boyunca
yanan kamp ateşlerinden, kampçılardan arda kalan poşetleri karıştıran
keçilerinden ayrılma vakti artık.
Bağırganlı |
Kilimli'de giremediğim
denize Kerpe'de girebileceğimi hayal edip kıyılar boyunca kanatlanıyoruz,
kayalıklar gittikçe morfolojik bir değişime tabi.
Bağırganlı |
Karadenizin
aşındırdığı Kayalıkları seyredalıyoruz, aldığımız yolların sesini taşıyor
dalgalar.
Bağırganlı |
Kayalıkları
seyredalıp yeniden yola koyulmak üzereyken iki bisikletli bize doğru yaklaşıyor.
Farklı noktalardan yola çıkıp aynı noktada bir araya geldiğimiz hoş bir tesadüf
bu. Tanışıyoruz... Hafızamda kalan izde biz hala birbirimize geçtiğimiz
yolların güzelliğini gülümseyerek anlatıyoruz. Yavaşça alınan yol asla
unutulmaz. Seyyah ruhların bisikleti tercih nedenlerinden biridir bu, iki teker göçebeliği.
Seyrek |
Yol boyunca
neredeyse her 10 km'de bir plajla karşılaşıyoruz ve buralar otelleşmeye maruz
kalmamış durumda, kamuya aitler ve serinleyip dinlenmek için harikuladeler.
Şimdi de
Seyrek'teyiz. Gördüklerimiz arasında en sakin plaj. Su molası veriyoruz, bu
esnada genç bir adam merakla bize doğru hızla geliyor. Çok merak ediyorum ne
soracağını, agresif bir ifadesi var. Umarım sıkıntı çıkarmaz, diye içimden
geçirirken sıradan soruları yanıtlamaya başlıyorum. Sorular, sorular... Tobi'nin Alman olduğunu
öğrenince sohbet hiç beklemediğim bir şekilde, Almanca devam ediyor. Genç adam
Alamancı çıkıyor, burası da onun köyü.
Yol boyunca
Almanya'daki Türkler üzerine konuşmamıza vesile oluyor otuzlarındaki bu
Alamancı adam. Arada kalmışlık hallerini, yabancılık, aidiyet duygularını
yorumluyoruz nefes alıp verdikçe tempo yapmaya çalışarak.
Tobi,
bisiklet yarış takımından kalma tekniklerini paylaşıyor benle, tempo tempo...
Bu noktadan sonra nefesim ve pedal döngüm arasında bir senkron tutturuyorum tur
boyu.
Sarısu |
Nefes al, nefes
ver, nefes al, nefes ver... tempo, tempo... ormanlık bir yoldan geçiyoruz,
kelimelerimiz heyecanlı ve terli. Yol bizi bu sefer de Sarısu plajına
çıkarıyor. Her gördüğümüz yer ilk defamız. Denize paralel bir çay Sarısu. Tek
tük insan çay kenarına çektikleri sandalyelerden keyifle olta uzatıyor zamana.
Rengi mavi
adı sarı olan çaya paralel bir aile işletmesinde gözleme siparişi veriyoruz,
gözlemeler pişedursun hemen yan masada Kocaeli’nden gelmiş rehabilitasyon
sürecindeki hastaların sorumluluğunu üstlenen emekli ve meraklı bir öğretmenle
sohbete dalıyoruz. Tercüman oluyorum: yine sorular, sorular... Grubu bu sakin
yere getirmişler günübirlik kamp moduyla. Şapkalı oğlunu tanıtıyor bize, 90lı
yılların birinde üniversite giriş sınavında dereceyle Boğaziçi’ni kazanmış,
sonrası şizofren. Konuşmuyor, başı öne eğik, arada bir beyaz şapkasının
altından bize bakıp gülümsüyor.
Bisiklet
turu sürpriz kişilere ve diyaloglara açık kendiliğinden bir akış. Bir kez
yaşanabilecek bir paylaşım. Ne hastaları ne de sorumlu öğretmenleri
görebileceğiz bir daha. Bunu bilmek sohbetlerimizi daha da hoşgörülü, empatik,
düşünceli ve eğlenceli kılabiliyor. Selametle ayrılıyoruz birbirimizden.
Tobinin çok
önceden tasarladığı kamp noktası Kerpe'nin eski burnu olmasına rağmen,
ısrarımla yol üzerindeki küçük bir koyun dalgalarına bırakıyoruz gecemizi,
bedenlerimizden sonra...
İri çakıl
taşlarının arasından denize uzanıp günün yorgunluğunu bir nebze de olsa atmaya
çalışıyoruz, ama dalgalar şiddetiyle yine bizi uzaklaştırıyor kendinden.
Kayalara
şiddetle çarpan dalgalar kendi dünyamızda sonlanıyormuşçasına çadırlarımıza
çekiliyoruz erkenden. Sabah dalgalar eşliğinde uyanıp yeni günün fermuarını
çektiğimde dudaklarımda amatör mızıkam... Nefesim dalgalara karışıyor.
Babadağ Kayalıkları |
Tobi bir
Alman disipliniyle çoktan hazır, ben daha çadırı toplamadım bile. Bugün beraber
yola koyulacağımız 3. gün.
Rotamızda
kayalıklarıyla ünlü Kerpe var.
Kerpe |
Kerpe'ye,
kayalıklara ve denize vardığımızda Hür bize sürpriz bir ziyaret yapıyor. Daha
bir güzelleşiyor mavi.
Yola,
yolculuğa, hayata dair son felsefi konuşmalarımızı yapıyoruz incir ağacının
altında. Buda’nın Nirvana’ya bir incir ağacı altında ermesi gibi biz de hayatı
sorgulayan iç sesimizi paylaşıyoruz birbirimizle, sonrası balıkların
hafızasında. Yollarımız bu kayalıklarda ayrılıyor. Tobi kendi yolcuğuna yüksek
rakımlı yerlerden İran'a doğru devam edecek. Bense Hür'le birkaç gün kendi
dünyamıza kamp kuracağız.
Artık bu
andan sonrasında Tobi'yi instagram adresinden merakla, keyifle ve özlemle takip
ediyorum.
Yol tesadüf
karşılaşmalara gebe. Dünyalarımızı ter döke döke aldığımız yol tanıştırdı,
hayat devam ediyor, yine yeniden karşılacağız.
Tek başına
yol almak ile arkadaşla yol katetmek aynı şey değil. Tobi de tek çıktı yoluna,
ben de. Ona takılıp gidebildiğim kadar yol alabilirdim, ama bu onun yolu,
benimki de yolda çizilen bir rota. İkimiz de kendimizi yolda var etmeye
çalışıp, yaşadıklarımızı yazıyorduk, yani hikayelerimizi.
Nereye doğru
gidiyordum, nerde bitirecektim? Bu soru nefes alıp verdikçe kendini her gün
bana hatırlatıyordu, ben hatırlamasam bile yol halime şahit olanlar merakla
soruyordu.
Yol boyunca
aklımdan geçen olası varış yerlerinden biri de Sinop’tu. Karadeniz’deki en uç
noktasına kadar gitmek, Sabahattin Ali’nin bir yıla yakın yattığı, şu an müze
olan Sinop Cezaevini gezmek, Mayıs 1933’te yazdığı, sonradan bestelenerek
popülerleşen “Hapishane Şarkısı”nı sırtımı nemli koğuş duvarına dayayarak, belki de dışarıdaki sonsuz mavinin deli
dalgalarına inat okumak istiyordum:
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma”
Kerpe |
Görsel açıdan
harikulade heybetleriyle uzanan kayaları saatlerce fotoğraflıyoruz. Işık daha
da güzelleşecek, hislerimiz de. Hür, orta format filmli fotoğraf makinesiyle,
bense emektar Nikon D40 ile kayalıkların, denizin ve günün ruhunu kadrajımıza
alıyoruz.
Kerpe |
Mavi ufku izleyip
hayallerini ve sevgilerini yenileyenler de aynı kayalıklarda, onlarca metre
yükseklikten ölüme meydan okuyanlar da.
Kerpe |
Kerpe |
Meditatif
bir etkisi var buranın, gökyüzü, bulutlar, dalgalar... hepsi bir arada bir
şeyler anlatıyor. Saatlerce dinliyoruz.
Haritadan
Kefken yakınlarındaki pembe kayalıkları tespit etmeye çalışıyoruz, bir sonraki
fotoğraf durağımız burası.
Kefken |
Bir kaç saat
boyunca dalgalar kayalıkları dövdükçe deklanşöre basıyoruz. Ellerinde telefonlarla
akın akın geliyor insanlar...
Kefken |
İnanılmaz
dalgalar gökyüzünde patlıyor, doğanın ve insanın varoluşunu fotoğrafladıkça
mekana ait hissediyoruz kendimizi.
Kefken |
Gün birkaç
saat sonra erecek, o vakte kadar şansına olta sallayan balıkçı kaç balık
tutacak bilemeyiz, ama artık son gecemiz Hürü'yle.
Kefken |
Kefken
limanında kamp attığımız plajda ve çay bahçesinde mutluluğumuzu ve
hayallerimizi paylaşıyoruz son kez. Yarın herkes kendi hikayesine dönecek.
Tek başıma
çıktığım yola, şimdiden özlemeye başladığım arkadaşlıklarla devam ediyorum,
olması gerektiği gibi.
Başoğlu |
Kadim bir
gelenek seyyahların duasını almak, ne var ki yol boyunca susuz, bozuk, kırık
birçok çeşme var ve hala üzerinde hayratıdır yazıyor meftunun ismiyle, üzücü.
Köy yolları
sessiz, tenha ve ağaçların gölgesi hala satılık değil; meşe yapraklarının
hışırtısını duyabiliyor, fındık hasadına giden köylünün selamını
alıyorum.
Camitepe |
Sakarya
nehrinin döküldüğü ağızda kamp yapmayı düşünüyorum hava kararmadan, bir yandan
da yorgunluğumu atacak bir kahve içmenin arayışında gözlerim.
Yolun hemen
sağında kümelenmiş betonlardan birini gözüme kestirip bisikletimden inerek
yürümeye başlamamla bekçi köpekleri havlayarak bana doğru koşuyorlar.
Köpeklerin ardından da fotoğraftaki adam beliriyor, heyecanlı ve meraklı bir havayla.
İhsaniye |
Merhaba,
seferiyim, bir kahve içimlik soluklanayım diye durdum, maşallah köpeklerin
hemen gördü beni diyorum. Hızlı konuşup, bir sürü soru soruyor. Nereliyim,
nerden geliyorum... Zararsız olduğumu anlayınca kendini anlatmaya başlıyor.
Yolun hemen karşısında verimli bir arazide otururken şerefsiz arabacılar (büyük
bir araba markasının satış ve teknik servis yerleşkesini gösteriyor) gelip
yerlerinden ettiler beni diyor, hemen şu ağaçların orda kulübede yaşıyor,
tarlalara gözkulak oluyorum, diyor.
Kahveler
içiliyor, sonrasında beni uğurluyor, yeniden yola koyuluyorum, köpekler peşimde
değiller artık, sadece gidişimi izliyorlar.
Sakarya Nehri, Karasu |
Hava kararmadan bir an önce kamp noktası bulmalıyım. İleride nehrin denize kavuştuğu sağ tarafta şansımı deniyorum, ama fotoğraf çekimine gelmiş gelin-damat, arabalarının içinde biralarını yudumlayanlar, akşam gezintisine çıkanlar... İçime sinen bir nokta göremiyorum. Şansımı bir de nehrin diğer yakasında denemek için hızla pedal çeviriyorum.
Nehrin ağzına yakın kumsala geldiğimde artık bisikleti itekleyerek sote bir nokta arıyorum.
Sakarya Nehri, kamp noktam |
Hemen
ileride tek ağaç adeta beni çağırıyor. Geniş yapraklı kum bitkileri arasına
hızla çadırı kurup bisikletim Samsarayı yatırıyorum.
Birazdan
güneş batacak ve bir nehrin denize döküldüğü yerde ben de uykuya kavuşacağım.
Derken yaklaşık birkaç yüz metre arka taraftan sesler gelmeye başlıyor, merakla
ve çekinerek çadırdan çıkıp baktığımda üç beş akşamcının arabanın arkasından
çıkardıkları sandalyeleri dizip ateş yaktıklarını görüyorum. Bütün gece yanan
ateşin çıtırtılarında alkollü muhabbetleri kimi zaman kahkaya dönerken ben de
önce telefonun sosyal dünyasına sonra da kendi rüyalarıma dalıyorum.
Upuzun bir ırmak Sakarya diye başlıyor dizelerin gözü ve denize kavuşuyor yalnız bir ağacın nazarında, her gün ve gece, nefesim şahitliğim...
Güneş
hararetiyle uyandırıyor yorgun bedenimi. Kahvaltımı yapıp köpüklü kahvemi
yudumladıktan sonra çadırımı ve eşyalarımı derleyip Samsaraya yerleştiriyorum.
Yeni güne, yola, insanlara ve hikayelere hazırım. İlk pedalı çevirmeden önce,
beni gece ağırlıyan dünyanın bu noktasına mızıkamla nefes veriyorum.
Kilimli - Sakarya Nehri bisikletli tur tarihi: 9 Ağustos - 13 Ağustos 2018
Kilimli - Sakarya Nehri bisikletli tur tarihi: 9 Ağustos - 13 Ağustos 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder