6 Mayıs 2019 Pazartesi

Nefes Al Nefes Ver... 500 km'de Amasra 3. Bölüm (Kilimli - Sakarya Nehri)





Kilimli’nin dalgaları yeni günde daha da heyecanlı. Kıyıya yaklaştıkça büyüyorlar. Yeni bir güne yüzerek başlamak, denizde sırt üstü uzanmak, çakıl taşlarının dip akıntılarla çıkardıkları çıtırtıları dinlemek, gözlerimde gök mavisi enginliğini yaşamak istiyorum. Ne var ki kendimi denize bırakamıyorum bile, dalgalar sadece denize ait...
 



Kilimli
Gün doğumunda, dalgaların sesleriyle uyanıp bu anı, dalgaları içime çekiyorum, rüyaların kuytusuna dönmeden.





Kilimli
Ben rüyaların kuytusundayken Tobi'nin kamerasından Kilimli plajına kurduğumuz çadırlarımız ve büyükçe bir kayaya yasladığımız bisikletlerimiz.






Dalgaların kıyıya gümbürdeyerek çarpışlarından, biralarımızı yudumlarken hemen yanıbaşımızda kanat çırpmaksızın süzülen martılardan, yamaçlarda gece boyunca yanan kamp ateşlerinden, kampçılardan arda kalan poşetleri karıştıran keçilerinden ayrılma vakti artık.





Bağırganlı


Kilimli'de giremediğim denize Kerpe'de girebileceğimi hayal edip kıyılar boyunca kanatlanıyoruz, kayalıklar gittikçe morfolojik bir değişime tabi. 




Bağırganlı

Karadenizin aşındırdığı Kayalıkları seyredalıyoruz, aldığımız yolların sesini taşıyor dalgalar.



Bağırganlı

Kayalıkları seyredalıp yeniden yola koyulmak üzereyken iki bisikletli bize doğru yaklaşıyor. Farklı noktalardan yola çıkıp aynı noktada bir araya geldiğimiz hoş bir tesadüf bu. Tanışıyoruz... Hafızamda kalan izde biz hala birbirimize geçtiğimiz yolların güzelliğini gülümseyerek anlatıyoruz. Yavaşça alınan yol asla unutulmaz. Seyyah ruhların bisikleti tercih nedenlerinden biridir bu,  iki teker göçebeliği.



Seyrek


Yol boyunca neredeyse her 10 km'de bir plajla karşılaşıyoruz ve buralar otelleşmeye maruz kalmamış durumda, kamuya aitler ve serinleyip dinlenmek için harikuladeler.



Şimdi de Seyrek'teyiz. Gördüklerimiz arasında en sakin plaj. Su molası veriyoruz, bu esnada genç bir adam merakla bize doğru hızla geliyor. Çok merak ediyorum ne soracağını, agresif bir ifadesi var. Umarım sıkıntı çıkarmaz, diye içimden geçirirken sıradan soruları yanıtlamaya başlıyorum.  Sorular, sorular... Tobi'nin Alman olduğunu öğrenince sohbet hiç beklemediğim bir şekilde, Almanca devam ediyor. Genç adam Alamancı çıkıyor, burası da onun köyü.



Yol boyunca Almanya'daki Türkler üzerine konuşmamıza vesile oluyor otuzlarındaki bu Alamancı adam. Arada kalmışlık hallerini, yabancılık, aidiyet duygularını yorumluyoruz nefes alıp verdikçe tempo yapmaya çalışarak.



Tobi, bisiklet yarış takımından kalma tekniklerini paylaşıyor benle, tempo tempo... Bu noktadan sonra nefesim ve pedal döngüm arasında bir senkron tutturuyorum tur boyu.




Sarısu





Nefes al, nefes ver, nefes al, nefes ver... tempo, tempo... ormanlık bir yoldan geçiyoruz, kelimelerimiz heyecanlı ve terli. Yol bizi bu sefer de Sarısu plajına çıkarıyor. Her gördüğümüz yer ilk defamız. Denize paralel bir çay Sarısu. Tek tük insan çay kenarına çektikleri sandalyelerden keyifle olta uzatıyor zamana.



Rengi mavi adı sarı olan çaya paralel bir aile işletmesinde gözleme siparişi veriyoruz, gözlemeler pişedursun hemen yan masada Kocaeli’nden gelmiş rehabilitasyon sürecindeki hastaların sorumluluğunu üstlenen emekli ve meraklı bir öğretmenle sohbete dalıyoruz. Tercüman oluyorum: yine sorular, sorular... Grubu bu sakin yere getirmişler günübirlik kamp moduyla. Şapkalı oğlunu tanıtıyor bize, 90lı yılların birinde üniversite giriş sınavında dereceyle Boğaziçi’ni kazanmış, sonrası şizofren. Konuşmuyor, başı öne eğik, arada bir beyaz şapkasının altından bize bakıp gülümsüyor.



Bisiklet turu sürpriz kişilere ve diyaloglara açık kendiliğinden bir akış. Bir kez yaşanabilecek bir paylaşım. Ne hastaları ne de sorumlu öğretmenleri görebileceğiz bir daha. Bunu bilmek sohbetlerimizi daha da hoşgörülü, empatik, düşünceli ve eğlenceli kılabiliyor. Selametle ayrılıyoruz birbirimizden.








Tobinin çok önceden tasarladığı kamp noktası Kerpe'nin eski burnu olmasına rağmen, ısrarımla yol üzerindeki küçük bir koyun dalgalarına bırakıyoruz gecemizi, bedenlerimizden sonra...



İri çakıl taşlarının arasından denize uzanıp günün yorgunluğunu bir nebze de olsa atmaya çalışıyoruz, ama dalgalar şiddetiyle yine bizi uzaklaştırıyor kendinden.



Kayalara şiddetle çarpan dalgalar kendi dünyamızda sonlanıyormuşçasına çadırlarımıza çekiliyoruz erkenden. Sabah dalgalar eşliğinde uyanıp yeni günün fermuarını çektiğimde dudaklarımda amatör mızıkam... Nefesim dalgalara karışıyor.



 
Babadağ Kayalıkları


Tobi bir Alman disipliniyle çoktan hazır, ben daha çadırı toplamadım bile. Bugün beraber yola koyulacağımız 3. gün.



Rotamızda kayalıklarıyla ünlü Kerpe var.




Kerpe
 
Kerpe'ye, kayalıklara ve denize vardığımızda Hür bize sürpriz bir ziyaret yapıyor. Daha bir güzelleşiyor mavi.

Yola, yolculuğa, hayata dair son felsefi konuşmalarımızı yapıyoruz incir ağacının altında. Buda’nın Nirvana’ya bir incir ağacı altında ermesi gibi biz de hayatı sorgulayan iç sesimizi paylaşıyoruz birbirimizle, sonrası balıkların hafızasında. Yollarımız bu kayalıklarda ayrılıyor. Tobi kendi yolcuğuna yüksek rakımlı yerlerden İran'a doğru devam edecek. Bense Hür'le birkaç gün kendi dünyamıza kamp kuracağız. 

Artık bu andan sonrasında Tobi'yi instagram adresinden merakla, keyifle ve özlemle takip ediyorum. 

Yol tesadüf karşılaşmalara gebe. Dünyalarımızı ter döke döke aldığımız yol tanıştırdı, hayat devam ediyor, yine yeniden karşılacağız. 

Tek başına yol almak ile arkadaşla yol katetmek aynı şey değil. Tobi de tek çıktı yoluna, ben de. Ona takılıp gidebildiğim kadar yol alabilirdim, ama bu onun yolu, benimki de yolda çizilen bir rota. İkimiz de kendimizi yolda var etmeye çalışıp, yaşadıklarımızı yazıyorduk, yani hikayelerimizi. 

Nereye doğru gidiyordum, nerde bitirecektim? Bu soru nefes alıp verdikçe kendini her gün bana hatırlatıyordu, ben hatırlamasam bile yol halime şahit olanlar merakla soruyordu.

Yol boyunca aklımdan geçen olası varış yerlerinden biri de Sinop’tu. Karadeniz’deki en uç noktasına kadar gitmek, Sabahattin Ali’nin bir yıla yakın yattığı, şu an müze olan Sinop Cezaevini gezmek, Mayıs 1933’te yazdığı, sonradan bestelenerek popülerleşen “Hapishane Şarkısı”nı sırtımı nemli koğuş duvarına  dayayarak, belki de dışarıdaki sonsuz mavinin deli dalgalarına inat okumak istiyordum:


“Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma 


Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma 


Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma 


Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma 


Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma”





Kerpe



Görsel açıdan harikulade heybetleriyle uzanan kayaları saatlerce fotoğraflıyoruz. Işık daha da güzelleşecek, hislerimiz de. Hür, orta format filmli fotoğraf makinesiyle, bense emektar Nikon D40 ile kayalıkların, denizin ve günün ruhunu kadrajımıza alıyoruz.



Kerpe


Mavi ufku izleyip hayallerini ve sevgilerini yenileyenler de aynı kayalıklarda, onlarca metre yükseklikten ölüme meydan okuyanlar da.




Kerpe
Köpük köpük esintiye doğru yol alıyoruz, kayalıklar göz göz.



 

Kerpe


Meditatif bir etkisi var buranın, gökyüzü, bulutlar, dalgalar... hepsi bir arada bir şeyler anlatıyor. Saatlerce dinliyoruz.



Haritadan Kefken yakınlarındaki pembe kayalıkları tespit etmeye çalışıyoruz, bir sonraki fotoğraf durağımız burası.





Kefken

Bir kaç saat boyunca dalgalar kayalıkları dövdükçe deklanşöre basıyoruz. Ellerinde telefonlarla akın akın geliyor insanlar...



Kefken

İnanılmaz dalgalar gökyüzünde patlıyor, doğanın ve insanın varoluşunu fotoğrafladıkça mekana ait hissediyoruz kendimizi.



Kefken


Gün birkaç saat sonra erecek, o vakte kadar şansına olta sallayan balıkçı kaç balık tutacak bilemeyiz, ama artık son gecemiz Hürü'yle.




Kefken

Kefken limanında kamp attığımız plajda ve çay bahçesinde mutluluğumuzu ve hayallerimizi paylaşıyoruz son kez. Yarın herkes kendi hikayesine dönecek. 

Tek başıma çıktığım yola, şimdiden özlemeye başladığım arkadaşlıklarla devam ediyorum, olması gerektiği gibi.



Başoğlu


Kadim bir gelenek seyyahların duasını almak, ne var ki yol boyunca susuz, bozuk, kırık birçok çeşme var ve hala üzerinde hayratıdır yazıyor meftunun ismiyle, üzücü.





Köy yolları sessiz, tenha ve ağaçların gölgesi hala satılık değil; meşe yapraklarının hışırtısını duyabiliyor, fındık hasadına giden köylünün selamını alıyorum. 




Camitepe


Sakarya nehrinin döküldüğü ağızda kamp yapmayı düşünüyorum hava kararmadan, bir yandan da yorgunluğumu atacak bir kahve içmenin arayışında gözlerim. 





Yolun hemen sağında kümelenmiş betonlardan birini gözüme kestirip bisikletimden inerek yürümeye başlamamla bekçi köpekleri havlayarak bana doğru koşuyorlar. Köpeklerin ardından da fotoğraftaki adam beliriyor, heyecanlı ve meraklı bir havayla. 





İhsaniye


Merhaba, seferiyim, bir kahve içimlik soluklanayım diye durdum, maşallah köpeklerin hemen gördü beni diyorum. Hızlı konuşup, bir sürü soru soruyor. Nereliyim, nerden geliyorum... Zararsız olduğumu anlayınca kendini anlatmaya başlıyor. Yolun hemen karşısında verimli bir arazide otururken şerefsiz arabacılar (büyük bir araba markasının satış ve teknik servis yerleşkesini gösteriyor) gelip yerlerinden ettiler beni diyor, hemen şu ağaçların orda kulübede yaşıyor, tarlalara gözkulak oluyorum, diyor. 



Kahveler içiliyor, sonrasında beni uğurluyor, yeniden yola koyuluyorum, köpekler peşimde değiller artık, sadece gidişimi izliyorlar.




Sakarya Nehri, Karasu
Sakarya nehrini karayolu köprüsünden izliyorum. 824 km uzunluğuyla Türkiye'nin en uzun üçüncü nehri hemen ileride Karadenize kavuşuyor.  

Hava kararmadan bir an önce kamp noktası bulmalıyım. İleride nehrin denize kavuştuğu sağ tarafta şansımı deniyorum, ama fotoğraf çekimine gelmiş gelin-damat, arabalarının içinde biralarını yudumlayanlar, akşam gezintisine çıkanlar... İçime sinen bir nokta göremiyorum. Şansımı bir de nehrin diğer yakasında denemek için hızla pedal çeviriyorum. 

Nehrin ağzına yakın kumsala geldiğimde artık bisikleti itekleyerek sote bir nokta arıyorum. 


Sakarya Nehri, kamp noktam


Hemen ileride tek ağaç adeta beni çağırıyor. Geniş yapraklı kum bitkileri arasına hızla çadırı kurup bisikletim Samsarayı yatırıyorum. 



Birazdan güneş batacak ve bir nehrin denize döküldüğü yerde ben de uykuya kavuşacağım. Derken yaklaşık birkaç yüz metre arka taraftan sesler gelmeye başlıyor, merakla ve çekinerek çadırdan çıkıp baktığımda üç beş akşamcının arabanın arkasından çıkardıkları sandalyeleri dizip ateş yaktıklarını görüyorum. Bütün gece yanan ateşin çıtırtılarında alkollü muhabbetleri kimi zaman kahkaya dönerken ben de önce telefonun sosyal dünyasına sonra da kendi rüyalarıma dalıyorum.












Upuzun bir ırmak Sakarya diye başlıyor dizelerin gözü ve denize kavuşuyor yalnız bir ağacın nazarında, her gün ve gece, nefesim şahitliğim...





Güneş hararetiyle uyandırıyor yorgun bedenimi. Kahvaltımı yapıp köpüklü kahvemi yudumladıktan sonra çadırımı ve eşyalarımı derleyip Samsaraya yerleştiriyorum. Yeni güne, yola, insanlara ve hikayelere hazırım. İlk pedalı çevirmeden önce, beni gece ağırlıyan dünyanın bu noktasına mızıkamla nefes veriyorum.

Kilimli - Sakarya Nehri bisikletli tur tarihi: 9 Ağustos - 13 Ağustos 2018







Nefes Al Nefes Ver... 500 km'de Amasra 1. Bölüm (Çekmeköy - Eşek Adası)

Nefes Al Nefes Ver... 500 km'de Amasra 2. Bölüm, (Eşek Adası - Kilimli)


Nefes Al Nefes Ver... 500 km'de Amasra 4. Bölüm, (Sakarya Nehri - Amasra)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder