Bir çocukluk hayali desen, değil; bir deneme desen fiziksel, değil. Bu bir var oluş hali: yalnızsın ve sadece gideceğin yönü biliyorsun.
Zamana, enerjiye ve beni mağdur etmeyecek ekipmana sahiptim. Enerjimi ter ter akıtarak birkaç hafta süresince bikecamping (bisikletli kampçılık) moduyla, henüz ranta maruz kalmamış köylerden geçerek kumsallarda yıldızları izleyip yavaş ve yoğun bir akış yaşamak istedim, kendime ve hiç kimseye bir şeyler ispatlamaya çalışmaksızın.
Benle beraber aklımda kısa bir zaman önce gördüğüm bir söz de pedallıyordu: "Stay Strong & Believe in Yourself" (Güçlü Kal ve Kendine İnan)
Çavuşbaşı |
Çekmeköy'den çıkalı henüz bir 5 km civarı oldu ve küçük bir mola vermek istediğim bu duvar sanırım "Yeni" Türkiye'yi iyi anlatabilen bir duvar resmi: Doğaya açılan rant penceresi!
Foto çekiminden sonra tam ayrılmak üzereyken selam verip ne içersin teklifiyle elinde iki kırmızı nescafe kupasıyla gelen emlakçının aynı zamanda duvarı resimleyen kişi olduğunu öğreniyorum. Doğanın nasıl da hunharca talan edilmesinden çaresiz bir üzüntü hissine kapılıyoruz emlakçı arkadaşla!
Alelacele, sohbet etmeksizin yol almak isteyişimi iki fincan kahveyle durdurmasıyla ilk dersimi alıyorum yola dair. Ne için çıkmıştım ki bu yola? Tanımak değil miydi? Büyük ihtimalle ne internette ne TV'de göremeyeceğim, bir yerlerde okuyamayacağım insanların, mekanların hikayelerini dinlemek ya da en azından kendimce görmek değil miydi asıl motivasyonum?!
Polonezköy |
Yol biraz da tazelemektir kendini; yavaşlığın görsel ve sosyal zenginliği ruhunu beslerken her şeyini taşıyan bedenin güce ve zindeliğe ihtiyaç duyar.
Kahve kokusuna gök gürültüleri karışıyor. Bulutlar kara, alınacak km'ler var hala.
Cumhuriyet |
Bisikletin örtüsünü kaldırınca iki teker yeniden dönmeye başlıyor.Ama yağmur bu, eylemi sever, yağar. Diner gibidir, yeniden yağar. İshaklı köyü sapağına varmadan bordo mavili kaldırım arasından uzanan yolda bir inek sürüsü duruyor, bekliyor, işiyor... hiç bir şeyi umursamaksızın. Yavaşça yaklaşıyorum, başlarını çevirip koca gözlerini bana dikiyorlar. Gözlerinde bir anlam arıyorum, çekingen ve huzursuzum. Neyse geçiyorum, ama aklımda asfalt inekleri hala yürüyor ıslak ıslak.
Sapağın rampasına başlar başlamaz yağmur atıştırmaya başlıyor yeniden, köyün kahvesine sığınıyorum. Herkesten yaşlı çaycının kırış kırış ellerinden acı çaylar içiyorum. Gözüm, ıslak inek yürüyüşünde, kulağım yan masadaki adamların şu araba, bu araba mukayesesinde. İnekler geçti, yan masanın tek gözlüklüsü de gazetelerin sayfalarını daha hızlı çevirip gitti. Zenginin arabaları biraz daha yol aldı züğürdün hayalinde, sigaralar yandı, söndü...
İshaklı sapağından Kılıçlı köyüne çıkan yola damla damla iz bırakıyorum şimdi. Rakım gittikçe artıyor, nefes alış verişlerim de... Yüklüyüm, hantalım, sanırım bu tura hazır değilim. Duruyorum, yükseldiğim geçmişime bakıyorum. Yeşil üzerine dümdüz çizilmiş gri bir yoldan otomobiller uçuyor, daha çok nefes çekiyorum arta kalan yeşilden ve devam...
Vakti gelince gölgesi satılacak Ayhan Şahenk Sevgi Ormanından pır pır havalanıyorum, öylesine eğimli çiçekli bir yol. Kamyonlar çiçekleri koklayamaz, tozlarlar işçi arıları şoför olmuş memletimde. Gözleme göbekli şoförlerin arasından Kurna'ya kavuşuyorum. Deniz bir manzara değil artık!
Kumsalda sürüklediğim bisikletim yine bir inekle karşılaşıyor. Upuzun plajda yalnız bir inek, birkaç tatilci ve bisikletli bir ben...
Kurna |
Birkaç yıl önce keşfettiğim Kurna, pazar hariç sakin bir tabiata sahip. Dalgaları dinlerken, plajın sona erdiği tepeden tek sıra hızla inen atların suya kavuştukları anın heyecanını yaşıyorum.
Kurna |
Gün doğumu ve batımı arasında bize sonsuzluğu hissettirecek anlar yaşayabiliriz: kuşların yumuşak kanat çırpışlarıyla rengarenk bulutlar arasından uzun uzun süzülüşünü izlemek gibi ya da dalgaların meditatif etkisiyle evreni daha derinden hissedebilmek gibi... .
Gün, başlangıcı ve bitişi olan bir aralık değil, bir döngüdür tıpkı hayat gibi.
Karadenizi dinliyorum, martılar kanatlarını çırpıyor hırçın ve kızgın dalgaların ötesinde, bazan da kaya balıklarının peşi sıra yüzüyorum huzur içerisinde. Bir yunus görüyorum tek başına, kayan bir yıldız daha sonra... doğayla öylesine birleşiyorum ki zamanla yalnızlık dikkat çekiyor.
Kum, kum... Gündüz cehennem, akşam serin. Kamp ateşinin çocuksu heyecanıyla şarabi yıldızlardan geleceği ya da geçmişi değil, tam o anı tadıyorum. Kekremsi bir ümitle çakır çakır keyifler parıldıyor evrende, közler şahidim.
D020 Şile yoluna bağlanmadan önce, Kurna'dan sonra Karadenize paralel uzanan sırasıyla Sahilköy, Doğancılı, Alacalı ve Sofular köylerinden keyifle, kimi zaman mülk köpeklerinin kısa mesafeli kovalamaca ve hırıltılı havlamalarıyla heyecanlı geçiyor iki tekerim ve nefesim.
Uzun ve geniş bir yol D020, arabalar hızlı, insanlar aceleci... Bense yavaş ve sakin. Kaçınılmaz bir tezatlıkla yol alıyor, terliyor, sorguluyor ve neden bisikletle yolda olduğumu kendimce kendime anlatırken büyük bir çam ağacı altında su içiyorum. Su ne güzel, ne kadar aziz! Doğa ne kadar geniş ve kudretli! İnsanlar ne kadar çirkin ve aşağılık, yol kenarları çöp içerisinde: kırık bira şişeleri, plastik şişeler, sigara izmaritleri, çocuk bezleri, teneke şişeler, boş kovanlar ve bir sürü ıvır zıvır.
Görmek ve duymak, muhtemelen en hassası duyuların ve ilişkili birbirleriyle. Araçların gürültülü geçişleri, hızlanma sesleri, başka bir araca ya da bana çaldıkları kornalar ağaçları ve gökyüzünü de griye çeviriyor. Ne yapmalı? Ya kulaklıkları takıp yapay bir mod yaratacağım veya kulak tıkaçlarını takacağım. Tıkaçları takıyorum, artık kalbimin heyecanlı atışıyla dönüyor tekerler. Dış ses kayboluyor, dünya kalbimden ibaret.
Şile |
Ve artık Şile. Hafta içi de olsa tatilci kaosu var yeryüzünde, ama gökyüzü yalnızca martıların. Balık sezonunu bekliyorlar ağların üzerinde. Kale uzaktan gülümsüyor, deniz samimi.
Şile |
Beyaz deniz feneri görünüyor uzaktan, sadece sebatkar denizcilere değil, sevgilisini sonsuz seven aşıklara, esin rüzgarlarını dinleyen gizli şairlere...
Şile |
"Çığlıkları martıların
dalgalara vuruyor
Lacivert rüzgarların kanat çırpışı
maviye
Sere serpe uzanmış esmer adamın gözlerinde
bir motorlu geçiyor derinlerde
köpüğü bulut
Lavinia kokulu şair sesleniyor
gözlerime:
'Günlerimizden bir, bugün iki.
Sakın bir şey bırakma yarına.
Yarın yok ki.' "
Limandaki fenerden tarihi Şile fenerine doğru çıkıyorum, hemen solda Şile'ye hakim bir parktayım. Genç ağaçların gölgesinde banklar... Bankların üzerinde manzaraya dalıp gitmiş romantik sevgililer, yalnız insanlar... kim bilir neler geçiyor gözlerden.
Şile |
Hemen arka tarafta tarihi Şile Feneri yükseliyor.
Şile |
Biraz aralarında kaybolsam da villa cumhuriyetlerinin dış çeperinden Atatürk Ormanına varıyorum nihayet, yorgun, terli ve ilk gecenin heyecanı içinde dört duvarı aşıp gökyüzüne kavuşacağım yerdeyim.
Şile, Eşek Adası |
Sayısız yıldızları ve sonsuz dalgaları hissediyorum, gece boyunca uzandığım kumsalda. Tek barınak, ait olduğum dünya.
Cankurtaran kulesine yasladığım bisikletimin yanına uzanıyorum, kumlar bana yer açıyor. Kulağımda sonsuz dalgalar, yıldızlarla uykuya dalıyorum.
Şile, Eşek Adası Plajı 2 . Bölüm: http://enginnoyan.blogspot.com/2019/03/nefes-al-nefes-ver-500-kmde-amasra-2.html |