19 Nisan 2018 Perşembe

Hoşça Uç, Arkadaşım…



Kimi zaman hayatımızda gerçekleşenlerin anlatmaya değer bir hikayesi var görünür. Bunları, gerçek ve canlı bir rüyanın parçaları olarak hatırlarız.

Birazdan size anlatacaklarım benim başıma gelmişti. Her şey, Porto Riko’nun ortasında uzanan yeşil dağlar arasında yer alan Barranquitas’ta, sevgi dolu, güzel bir kasabada başladı.

Saat öğleden sonra biri gösteriyordu ve hava serindi, gerçi Temmuz ayına çoktan girmiştik. Bir arkadaşımın arabasındaydım, kasabadaki işimizden dönüyorduk. Kasabanın çıkışında, yeşil dağı tırmanmaya başlayacağımız yolun başlagıcında erkek bir çocuk bize işaret etmiş, arkadaşım da arabayı durdurmuştu. Çocuk, elini uzatıp “İki yavru doğan! Her biri bir peso!” dedi. Saman yuvadaki korkmuş haldeki iki yavru kuş belki de içinden çıktıkları kuşun aynısıydılar. Henüz tüyleri bitmemiş, derisi ise çok ince, neredeyse şeffaftı. Kalpleri öyle güçlü atıyordu ki göğüslerinden çıkacak gibiydi.

Her ikisini de satın alıp birini arkadaşıma vermiştim. Korktuklarını bilsem de bu iki kuş bir gün büyüyecek ve gökyüzüne kanatlanmak isteyeceklerdi.

Yolun kalanında arkadaşımla kuşlara dair konuşmuştuk. Doğan, guaraguao* ile akrabadır ve ona çokça benzer. Porto Riko’nun kırsal alanında yaşayan doğanlar, en ılıman dağları tercih eder. Dağ çamuru renkli tüyleri siyah beneklidir. Güçlü pençeleriyle tuzak kurdukları küçük kertenkeleleri ve böcekleri yiyen bu kuşlar eşleriyle birlikte uçmayı severler.

Rio Piedras kasabası, Las Lomas konut gelişim bölgesindeki evime vardığımda ufak, şeffaf kuşu küçük bir tel kafese koyup odamdaki masanın üzerine yerleştirmiştim. Günler geçtikçe beyazımsı büyük lekeleri duvarda, sandalyede ve yatağın bazı kısımlarında fark ediyordum. Kuş büyümeye başlamıştı. Küçük kafes ona dar geldiğinden etrafındaki her şeyi kirletiyordu. Daha büyük bir kafes yaparak onu bundan sonra kalacağı bahçe avlusuna koymalıydım.

Haftalar çok yavaş geçmişti. Çamur renkli tüyleri görünmeye başlamış, bir çocuğun büyümesi gibi vücudu yavaşça şekil almıştı. Dikkatimi her hafta küçük farklılıklar çekiyordu. Yaşayan bir şeyin, örneğin bir tavşanın, bir köpeğin, küçük bir kuşun, diktiğimiz bir ağacın büyüdüğünü görmek bizi duygulandırır. Eğer görmeyi ve çevremizdeki canlıları hissetmeyi öğrenirsek hepimiz bu büyük keyfin tadını çıkarabiliriz.

Aylar geçmiş, avludaki kafes kısa sürede yakışıklı bir doğana yuva olmuştu. Ama sonradan bir tuhaflık dikkatimi çekmişti: gözlerindeki yorgun bakış vahşi doğasıyla uyumsuzdu. Keskin çığlıkları çok geçmeden bitmeyen bir şikayet haline gelmişti. Çığlıkları, büyüdüğü kafesin adeta çok küçük olduğunu söylüyordu. Mesaj açıktı: daha fazla bu tutsaklığa dayanamazdı; gözlerinin yeşil ağaçlara, mavi esintilere, ışıklar içinde bir dünyaya ihtiyacı vardı.

Aynı günün öğleden sonrasında, arkadaşına yardım elini uzatan biri gibi kafesini açtım. Şaşırmıştı, etrafında dört dönmeye başladı. Onun için yeni bir durum olduğundan o an ne yapacağını bilememiş, ben de kafesinden elimle çıkarmak zorunda kalmıştım. Korkmuş ve titreyen pençeleriyle beni sımsıkı kavramıştı. Sonradan onu havaya salınca komşu çiftlikteki ekmekağacının çatalına tüneyecek kısalıkta bir süre uçmuş, akşam vakti gölgeler biraraya gelinceye kadar uzun bir zaman orada kalmıştı.

Gece, küçük yeni ışıklarla dolu büyük siyah kanatlı bir kuş gibiydi. Yeni bir dünyaya kanat çırpan doğanı düşünüyordum. Onun için, o anda, yıldızlar ve ateş böceklerinin yaktığı yeni bir özgürlük, küstüm otu çiçeğinin sade kokusuyla başlamıştı.
Bir sonraki şafak vakti, doğanın ağaçlardaki çığlığı ve kanatlarından çıkan patırtı beni uyandırmıştı. Aç olmalıydı. O, hala tek başına nasıl avlanacağını bilmeyen bir avcıydı.

Yataktan kalkarak buzdolabına gidip bir et parçası almıştım. Çiftliğe giden yola doğru yürüyüp bir ağacın tepesine tünemiş doğanı gözetlemeye başlamıştım. Beni görünce alttaki dallara hareketlenmeye başladı. Bana dikkatle bakıyor, terastaki kafes için özgürlüğünü takas etmek istemiyor görünüyordu. Elimi yavaşça uzatarak özgürlüğünün garantide olduğunu bilmesine imkan tanımıştım. Soğuk seher vakti büyük kanatlarını açarak mahirane bir şekilde en alttaki dallarda dengesini koruyordu. Eti kaptığı gibi çiftliğin uzun çam ağaçlarından birine doğru hızla uçtu. Onu sevinç ve hüzün içerisinde izlemiştim. Üzgündüm, çünkü onu kısa süre sonra bir daha göremeyecektim; sevinçliydim, çünkü yeni keşfettiği yeşil dünyada şimdiden çok mutluydu.

O andan sonra, arkadaşım günde üç defa yemeye karar vermişti, tıpkı hepimiz gibi. En uzun çam ağacından üç kez inecekti: sabah, öğle ve gün batımında. Bir parça eti sevgi dolu bir şekilde elimle sunuyordum. Yukarıdan eti görünce aniden fırlatılmış bir ok gibi saldırmak için kendini hazırlıyordu.

Sonra da koluma tünemişti. Güçlü pençeleriyle beni çizmemeye dikkat ediyordu. Gagasıyla eti yakalayarak yeniden havalanmıştı. Bu her gün oldu. Tanınmaya başlayınca pek çok insan onu görmeye gelmişti. Avcı bir kuş ile bir insan arasındaki arkadaşlık pek az gördüğümüz bir şeydir.

Öğleden sonra eğlenceli bir şey oldu. Ona günlük yemeğini sunduğum an o kadar hızla indi ki koluma konamadı. Başım üzerinde kanatlarını telaşla çırpıyor, vücudunu dengeleme çabasıyla pençelerini başıma geçirdiğini hissediyordum. Korkmamıştım, çünkü arkadaşımın beni incitmemek için içten bir çaba sergilediğinin farkındaydım. Her şeye rağmen kolumu uzatıp yemeğini sunabildim. Yemeği kaptığı gibi onu hışırdayarak bekleyen yeşil ağaçlara doğru geri döndü.
Yemek için günde sadece iki defa geldiğini fark ettiğimde şaşırmış, çok kaygılanmıştım. Sonradan, ona aynı renkten bir arkadaşının gökyüzünde eşlik ettiğini gördüğümde ne olduğunu anlamıştım. Dişi bir arkadaşı vardı ve onla avlanmayı öğreniyordu.

Kısa süre sonra günde sadece bir kez gelmeye başladı. Arkadaşı, çam ağacının alt dallarından birinde onu bekliyordu. Artık şüpheye gerek yoktu: yemek için ne yapması gerektiğini çoktan öğrenmişti ve şimdi gerçek anlamda özgürdü. Şu an düşünüyorum da sadece beni görmek ve hoşça kal demek için birşeyler yemeye gelmiş.

Sonraları, ziyaretleri düzenliliğini kaybetti. Beni ziyaret etmeyi bıraktığı gün önceki birkaç günde bana gerçekten elveda dediğini anladım. Arkadaşım, günlük çabasıyla günbegün kazandığı özgürlüğü sevmeyi öğrenmişti. Bunun onun için kolay olmadığını tahmin ediyorum, ama nihayetinde metal kafesin parmaklıklarından çok daha mutlu olmuş olmalı.

Hoşça uç, arkadaşım… Gökyüzünden, ağaçlardan ve yuvalardan bir arkadaşa sahip olabilmeyi anlamamı sağladın. Hayvanların da bilinmeyenden korkabildiklerini, özgür olmak için hala çabaladıklarını ve öğrendiklerini öğrendim. Seni her zaman senle tanıştığım dağların, kanat çırptığın gökyüzünün, şafak vaktinin ve gün batımının bir parçası olarak hatırlayacağım.

*guaraguao: kırmızı kuyruklu şahin

Wenceslao Serra Deliz
Çeviri: Engin Noyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder