Kimi
zaman hayatımızda gerçekleşenlerin anlatmaya değer bir hikayesi var
görünür. Bunları, gerçek ve canlı bir rüyanın parçaları olarak
hatırlarız.
Birazdan
size anlatacaklarım benim başıma gelmişti. Her şey, Porto Riko’nun
ortasında uzanan yeşil dağlar arasında yer alan Barranquitas’ta, sevgi
dolu, güzel bir kasabada başladı.
Saat
öğleden sonra biri gösteriyordu ve hava serindi, gerçi Temmuz ayına
çoktan girmiştik. Bir arkadaşımın arabasındaydım, kasabadaki işimizden
dönüyorduk. Kasabanın çıkışında, yeşil dağı tırmanmaya başlayacağımız
yolun başlagıcında erkek bir çocuk bize işaret etmiş, arkadaşım da
arabayı durdurmuştu. Çocuk, elini uzatıp “İki yavru doğan! Her biri bir
peso!” dedi. Saman yuvadaki korkmuş haldeki iki yavru kuş belki de
içinden çıktıkları kuşun aynısıydılar. Henüz tüyleri bitmemiş, derisi
ise çok ince, neredeyse şeffaftı. Kalpleri öyle güçlü atıyordu ki
göğüslerinden çıkacak gibiydi.
Her
ikisini de satın alıp birini arkadaşıma vermiştim. Korktuklarını bilsem
de bu iki kuş bir gün büyüyecek ve gökyüzüne kanatlanmak
isteyeceklerdi.
Yolun
kalanında arkadaşımla kuşlara dair konuşmuştuk. Doğan, guaraguao* ile
akrabadır ve ona çokça benzer. Porto Riko’nun kırsal alanında yaşayan
doğanlar, en ılıman dağları tercih eder. Dağ çamuru renkli tüyleri siyah
beneklidir. Güçlü pençeleriyle tuzak kurdukları küçük kertenkeleleri ve
böcekleri yiyen bu kuşlar eşleriyle birlikte uçmayı severler.
Rio
Piedras kasabası, Las Lomas konut gelişim bölgesindeki evime vardığımda
ufak, şeffaf kuşu küçük bir tel kafese koyup odamdaki masanın üzerine
yerleştirmiştim. Günler geçtikçe beyazımsı büyük lekeleri duvarda,
sandalyede ve yatağın bazı kısımlarında fark ediyordum. Kuş büyümeye
başlamıştı. Küçük kafes ona dar geldiğinden etrafındaki her şeyi
kirletiyordu. Daha büyük bir kafes yaparak onu bundan sonra kalacağı
bahçe avlusuna koymalıydım.
Haftalar
çok yavaş geçmişti. Çamur renkli tüyleri görünmeye başlamış, bir
çocuğun büyümesi gibi vücudu yavaşça şekil almıştı. Dikkatimi her hafta
küçük farklılıklar çekiyordu. Yaşayan bir şeyin, örneğin bir tavşanın,
bir köpeğin, küçük bir kuşun, diktiğimiz bir ağacın büyüdüğünü görmek
bizi duygulandırır. Eğer görmeyi ve çevremizdeki canlıları hissetmeyi
öğrenirsek hepimiz bu büyük keyfin tadını çıkarabiliriz.
Aylar
geçmiş, avludaki kafes kısa sürede yakışıklı bir doğana yuva olmuştu.
Ama sonradan bir tuhaflık dikkatimi çekmişti: gözlerindeki yorgun bakış
vahşi doğasıyla uyumsuzdu. Keskin çığlıkları çok geçmeden bitmeyen bir
şikayet haline gelmişti. Çığlıkları, büyüdüğü kafesin adeta çok küçük
olduğunu söylüyordu. Mesaj açıktı: daha fazla bu tutsaklığa dayanamazdı;
gözlerinin yeşil ağaçlara, mavi esintilere, ışıklar içinde bir dünyaya
ihtiyacı vardı.
Aynı
günün öğleden sonrasında, arkadaşına yardım elini uzatan biri gibi
kafesini açtım. Şaşırmıştı, etrafında dört dönmeye başladı. Onun için
yeni bir durum olduğundan o an ne yapacağını bilememiş, ben de
kafesinden elimle çıkarmak zorunda kalmıştım. Korkmuş ve titreyen
pençeleriyle beni sımsıkı kavramıştı. Sonradan onu havaya salınca komşu
çiftlikteki ekmekağacının çatalına tüneyecek kısalıkta bir süre uçmuş,
akşam vakti gölgeler biraraya gelinceye kadar uzun bir zaman orada
kalmıştı.
Gece,
küçük yeni ışıklarla dolu büyük siyah kanatlı bir kuş gibiydi. Yeni bir
dünyaya kanat çırpan doğanı düşünüyordum. Onun için, o anda, yıldızlar
ve ateş böceklerinin yaktığı yeni bir özgürlük, küstüm otu çiçeğinin
sade kokusuyla başlamıştı.
Bir
sonraki şafak vakti, doğanın ağaçlardaki çığlığı ve kanatlarından çıkan
patırtı beni uyandırmıştı. Aç olmalıydı. O, hala tek başına nasıl
avlanacağını bilmeyen bir avcıydı.
Yataktan
kalkarak buzdolabına gidip bir et parçası almıştım. Çiftliğe giden yola
doğru yürüyüp bir ağacın tepesine tünemiş doğanı gözetlemeye
başlamıştım. Beni görünce alttaki dallara hareketlenmeye başladı. Bana
dikkatle bakıyor, terastaki kafes için özgürlüğünü takas etmek istemiyor
görünüyordu. Elimi yavaşça uzatarak özgürlüğünün garantide olduğunu
bilmesine imkan tanımıştım. Soğuk seher vakti büyük kanatlarını açarak
mahirane bir şekilde en alttaki dallarda dengesini koruyordu. Eti
kaptığı gibi çiftliğin uzun çam ağaçlarından birine doğru hızla uçtu.
Onu sevinç ve hüzün içerisinde izlemiştim. Üzgündüm, çünkü onu kısa süre
sonra bir daha göremeyecektim; sevinçliydim, çünkü yeni keşfettiği
yeşil dünyada şimdiden çok mutluydu.
O
andan sonra, arkadaşım günde üç defa yemeye karar vermişti, tıpkı
hepimiz gibi. En uzun çam ağacından üç kez inecekti: sabah, öğle ve gün
batımında. Bir parça eti sevgi dolu bir şekilde elimle sunuyordum.
Yukarıdan eti görünce aniden fırlatılmış bir ok gibi saldırmak için
kendini hazırlıyordu.
Sonra
da koluma tünemişti. Güçlü pençeleriyle beni çizmemeye dikkat ediyordu.
Gagasıyla eti yakalayarak yeniden havalanmıştı. Bu her gün oldu.
Tanınmaya başlayınca pek çok insan onu görmeye gelmişti. Avcı bir kuş
ile bir insan arasındaki arkadaşlık pek az gördüğümüz bir şeydir.
Öğleden
sonra eğlenceli bir şey oldu. Ona günlük yemeğini sunduğum an o kadar
hızla indi ki koluma konamadı. Başım üzerinde kanatlarını telaşla
çırpıyor, vücudunu dengeleme çabasıyla pençelerini başıma geçirdiğini
hissediyordum. Korkmamıştım, çünkü arkadaşımın beni incitmemek için
içten bir çaba sergilediğinin farkındaydım. Her şeye rağmen kolumu
uzatıp yemeğini sunabildim. Yemeği kaptığı gibi onu hışırdayarak
bekleyen yeşil ağaçlara doğru geri döndü.
Yemek
için günde sadece iki defa geldiğini fark ettiğimde şaşırmış, çok
kaygılanmıştım. Sonradan, ona aynı renkten bir arkadaşının gökyüzünde
eşlik ettiğini gördüğümde ne olduğunu anlamıştım. Dişi bir arkadaşı
vardı ve onla avlanmayı öğreniyordu.
Kısa
süre sonra günde sadece bir kez gelmeye başladı. Arkadaşı, çam ağacının
alt dallarından birinde onu bekliyordu. Artık şüpheye gerek yoktu:
yemek için ne yapması gerektiğini çoktan öğrenmişti ve şimdi gerçek
anlamda özgürdü. Şu an düşünüyorum da sadece beni görmek ve hoşça kal
demek için birşeyler yemeye gelmiş.
Sonraları,
ziyaretleri düzenliliğini kaybetti. Beni ziyaret etmeyi bıraktığı gün
önceki birkaç günde bana gerçekten elveda dediğini anladım. Arkadaşım,
günlük çabasıyla günbegün kazandığı özgürlüğü sevmeyi öğrenmişti. Bunun
onun için kolay olmadığını tahmin ediyorum, ama nihayetinde metal
kafesin parmaklıklarından çok daha mutlu olmuş olmalı.
Hoşça
uç, arkadaşım… Gökyüzünden, ağaçlardan ve yuvalardan bir arkadaşa sahip
olabilmeyi anlamamı sağladın. Hayvanların da bilinmeyenden
korkabildiklerini, özgür olmak için hala çabaladıklarını ve
öğrendiklerini öğrendim. Seni her zaman senle tanıştığım dağların, kanat
çırptığın gökyüzünün, şafak vaktinin ve gün batımının bir parçası
olarak hatırlayacağım.
*guaraguao: kırmızı kuyruklu şahin
Wenceslao Serra Deliz
Çeviri: Engin Noyan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder