Şangay, Dünyanın En Büyük Kentlerinden Biri |
Gezegenin
doğal süreçleri, insan eylemlerinin etkisiyle derin bir şekilde
dönüşüme uğruyor. İklim değişikliği, su döngüsüne müdahale ve türlerin
yok oluş oranının hızlanması gibi bazı işaretler biz insanların coğrafi
bir güç olduğunu gösterir. Bu tesirin kendi türümüzü nasıl etkilediğini
düşünmek çağımızın en büyük çaba gerektiren durumlarından biridir.
İNSAN ÇAĞI’NIN (ANTHROPOCENE*) DOĞUŞU
18 Nisan 1953 "Porsuk" Patlaması |
Güneş
değil de başka bir ışık New Mexico’daki (ABD) White Sands Füze Test
Arazisine yakın olanların dikkatli gözlerini cezbetmişti. 16 Temmuz 1945
Pazartesi duyulan bomba insanoğlunun yolunun değiştiğini duyuruyordu:
atam bombasıyla yapılan ilk test burada gerçekleşmişti. White Sands’te
kullanılan aynı plutonyum kısa bir süre sonra, 9 Ağustos’ta, Japon kenti
Nagazaki’de 60 binin üzerinde insanı öldürecekti.
Nükleer
bombalar uzak bir noktadaki nesneler için bile mahvedici etkilere
sahiptir. Bu videoda ABD Nevada Eyaletinde yapılan bir test yer
almaktadır.
Bu
aynı plutonyumun kurşun olana kadar çürümesi en azından yüz binyıl
sürecektir. Paleo-biyolog Jan Zalasiewicz ve diğer bilim insanları, bu
insan eyleminin bıraktığı ayak izinin yeni bir jeolojik çağa, “insanlık
çağına” (Anthropocene) girdiğimizi gösteren işaretlerden biri
olabileceğini kabul eder. Ne var ki bu iz şimdiye kadar ki tek alamet
değildir: “tekno-fosil” lakaplı beton, plastik ve alüminyum kalıntıları
da bu çağın işaretlerinden görülecektir. Geniş çapta gübre kullanılan
aşırı tarımcılığın toprakta neden olduğu nitrojen ve fosfor
döngülerindeki dengesizlik de bu yeni çağın emarelerinden biri
olacaktır. Bu çağ, son buzul devrin etkilerinin sona ermesiyle yaklaşık
11.5 bin yıl önce başlayan jeolojik bir süreç olan Holosen çağının
yerini alacaktır.
*18. yüzyıldan günümüze kadarki zaman. Bu çağda insanlığın çevre ve iklim üzerindeki etkisini görmek mümkündür.
PETROL ENERJİLİ BİR DÜNYA
Foto:Meksiko Körfezi Petrol Felaketi, 2010 |
Bu yeni çağın diğer bir özelliği de imalat ekonomisinden endüstriyel bir ekonomiye geçişi belirten fosil yakıtların geniş ölçüde kullanılmasıdır. 19. yüzyılın ilk yarısı itibariyle endüstriyel üretim için gereken enerji tavan yapmış, atmosferdeki karbondioksit salınımı da büyük miktarda artmıştı.
Karbondioksit salınımındaki böylesi artış küresel ortalama sıcaklık yükselişine tesadüfi bir şekilde eşlik etmiştir. Yine de 19. yüzyılda modern meteorolojinin gelişimiyle iklime dair ölçümler almaya başladık. Bilinen ilk en sıcak yıl 1937 idi, son zamanlarda ise bu “rekor” neredeyse her yıl kırılmaya başlandı. 2015, 2014’ün rekorunu geçerek şu ana kadarki en sıcak yıl oldu.
SORUNLU BİR ATMOSFER
Çin'de Bir Kömür Enerji Santrali |
Fosil yakıtların tüketilmesi karbon dioksit ve diğer sera gazlarını gezegende açığa çıkartır. Bu gazların atmosferdeki miktarı o kadar yüksektir ki bu gazların kompozisyonunu şimdiden değiştirmiş olduk: havanın her bir milyon molekülü için 400 karbon dioksit molekülü bulunmaktadır. Az gibi görünüyor, ama Dünya en son 15 - 20 milyon yıl önce aynı gaz yoğunluğuna atmosferinde sahipti. O vakit gezegen oldukça farklıydı ve insan türü henüz var olmamıştı. Bilim insanları güvenli bir karbon dioksit yoğunluğu sınırı için her milyonda 350 parçanın olacağını böylelikle de küresel sıcaklığın ortalama yüksekliğinin yüzyılın sonuna kadar 2 dereceyi geçmeyeceğini ispatlamışlardır. Bu sınırı aşarak gezegen ısısının artışına katkıda bulunuyoruz. Karbon dioksit, güneş ışınlarının uzaya yeniden dönmesini engelleyen, biyolojik ihtiyaçlarımızın ötesinde ısıyı atmosferimizde hapseden bir gazdır.
OZON TABAKASINDAKİ BELİRTİLER
Stratosfer Üzerinde Bir Uzay Araştırma Gemisi |
Eylemlerimiz
atmosferdeki karbon dioksiti artırmakta, aynı zamanda Dünyanın
stratosfer katmanında da bu etkinliğimiz hissedilmektedir. 70’li
yıllardan itibaren, bilim insanları, ozon tabakasının kloroflorokarbon
(CFCs) gibi kimyasalların kullanımı nedeniyle tehlike altında
olabileceğinden şüphelenmişlerdir. Kimyager Paul Crutzen, meslektaşları
Frank Rowland ve Mario Molina ile birlikte, ozon tabakasının tahrip
olması ile CFCs arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Böylesi bir
bağlantı 1981 yılında bir Nasa uydusunun fırlatılmasıyla kanıtlanmıştır.
Güneş Mezosfer Kaşifi (SME*)
adlı uydu bu üç bilim insanının tahminlerini “gördü”. Stratosferdeki
daha ince bir ozon tabakasıyla gezegen, morötesi (UV) güneş ışınlarına
karşı daha az korumaya sahip olacaktı. Bu UV güneş ışınları daha yüksek
oranda cilt kanserlerine, katarakt** rahatsızlığına ve okyanuslardaki plankton*** nüfusunun azalmasına neden olabilmekteydi.
* Solar Mesosphere Explorer
** Göz merceğinin saydamlığını yitirerek ağarmasından ileri gelen ve görmeyi engelleyen rahatsızlık, perde, akbasma, aksu
*** Suya asılı yaşayan mikroskobik deniz canlıları
Norveç'te Eriyen Buzullar |
Buzdolaplarındaki
ve spreylerdeki CFCs kimyasalının endüstriyel kullanımı 1987 Montreal
Protokolü ile yasaklandı. 1996 yılına gelindiğinde Dünya bu maddenin
kullanımında sıfır noktasına ulaşabildi. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO*) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP**)
tarafından yapılan son zamanlardaki bir çalışma Antarktika üzerindeki
ozon tabakası inceliğinin durduğunu ve normale dönmeye başlama
işaretlerini sergilemeye başladığını göstermiştir. Ne var ki karmaşık
eylemler gerektiren başka konularla uğraşmamız gerekecekti: Örneğin,
atmosferdeki karbon dioksit salınımı tehlike çanlarını çaldıracak bir
süratle artmaya devam etmektedir.
*World Meteorological Organization
** United Nations Environment Program
DENİZ YAŞAMI RİSK ALTINDA
Okyanus suları karbon dioksidi emerek daha fazla asitlenir. Bu gaz deniz suyuyla etkileşime girdiğinde deniz doğasındaki pH*
miktarının azalmasına neden olur. Bu azalma, iskeletlerinin ve
“kabuklarının” gelişiminde zorlanabilecek olan kalsiyum karbonatlı
kabuklu hayvan türleri için oldukça tehlikelidir. Okyanusların ısınması,
akabinde, kutuplardaki buzul tepelerin erimesine neden olmasının yanı
sıra balıkları ve diğer türleri boğarak su oksijenleşmesini meydana
getirir.
* pH bir çözeltinin asitlik veya bazlık derecesini tarif eden ölçü birimidir. Açılımı "Power of Hydrogen" (Hidrojenin Gücü)
DAHA FAZLA KİRLENEN OKYANUSLAR
Plastiklerin Öldürdüğü Bir Kuş |
Okyanuslar
için devasa bir sorun da su kirlenmesidir. Bu problem, su kalitesini
düşürmesinin yanı sıra rahatsızlıklara neden olmakta, bütün kıtalardaki
biyoçeşitliliğe zarar vererek deniz canlılığını derinden etkilemektedir.
Buna ek olarak, kirlilik, doğal döngülerde ve de hayvan davranışı
üzerinde dengesizlik serilerine sebebiyet verir. İsveç Uppsala
Üniversitesince gerçekleştirilen bir çalışmada, balık larvaları
mikro-plastiklere -çapı bir milimetreden daha az, küçük parçalı
materyallere- maruz kaldıklarında hayvansal plankton yerine bu
plastikleri yemeyi tercih ettikleri görülmüş. Sonuç olarak daha hızlı
ölmüşler ve gelişimleri daha derinden etkilenmiş. Kozmetik ve cilt
canlandırıcı ürünlerde de görülen bu plastikler küçük boyutundan dolayı
çöp filtreleme işleminde ayrıştırılması çok zordur, nihayet varacakları
yerler ise göller, ırmaklar ve okyanuslardır.
NEHİRLER İÇİN KIRMIZI ALARM
Brezilya'da Bir Afet |
Tatlı
su nehirlerindeki su hayatı da insan eylemlerinden derinden
etkilenmektedir. Örneğin, Sao Paulo’daki Tiete ırmak sahasının geniş bir
kısmında ötrofikasyonun*
açık işaretlerini kolayca görebiliriz. Bu süreçte nehirlerdeki aşırı
kirlenme fosfor ve nitrojen yoğunlaşmalarının artmasına neden olur.
Artan bu yoğunlaşmalar neticesinde bazı yosun ve bakteriler yeniden
üreyerek nefes almak için ihtiyaç duyulan sudaki oksijeni tüketerek
ırmakta yaşayan bitkilerin ve hayvanların ölümüne neden olur.
* Çeşitli
durgun sularda çözünmüş organik artıkların yol açtığı, oksijen
yetmezliği ile gelişen bitki üremesinin durması ve aşırı yosun üremesi
durumu Amazon Ormanı |
Ayrıca,
özellikle de Amazon bölgesini ormansızlaştırma yoluyla, “uçan nehirler”
operasyonunu etkiliyoruz. Uçan nehirler, Atlantik Okyanusundan
buharlaşan hava akımlarıdır. Bu akımlar büyük oranda ağaçlar tarafından
oluşturulan Amazon Bölgesindeki nemliliğin çekimine kapılır. Böylesi bir
nemlilik yağmura dönüşür, bir kısmı da Brezilya’nın en uzak güney
taraflarına taşınarak orada da yağmura neden olur. Ormansızlaşmadaki
artış bu döngüde bir dengesizlik yaratır.
SICAK DENİZLERDEKİ BİYOÇEŞİTLİLİK
Kuzey Kenya'da Bir Fil Leşi |
Diğer
kara canlılarının değişimi -iklim değişikliği, kirlenme ve
ormansızlaşmanın artması gibi ana nedenler yüzünden- tür yok oluş
oranını büyük oranda artırmıştır. 20. yüzyıldan itibaren bitkiler ve
diğer yaşam formları, insan eylemi nedeniyle gerçekleşen sıradan orandan
yüz kat daha hızlı Dünyanın yüzeyinden yok olmuşlardır. Son
araştırmalar, türümüzün diğerleri üzerinde neden olduğu etkinin yaklaşık
66 milyon yıl önce gezegendeki dinozorları mahveden asteroitlerle
kıyaslanabileceğine dikkat çekmektedir. Doğal soyun sonlanma oranı her
bir yüzyılda 10 bin tür arasından iki türün yok olması şeklinde
beklenirdi. Şu anki sahip olduğumuz hız bundan çok daha fazlasıdır.
Örneğin, 1900 yılından itibaren neredeyse 500 omurgalı hayvanın nesli
tükenmiştir -bu oran, eğer düzenli yok oluş hızına sahip olsak
sonlanması beklenen 9 türden çok daha yüksek bir sayıdır.
SINIRLARI AŞMAK
Rusya'da Bir Maden Alanı |
Gezegen
canlılığında ve biyoçeşitlilikte değişimlere sebebiyet vermenin yanı
sıra kaynakları elde edip tüketmede Dünyanın bunları telafi edebilme
kapasitesinden çok daha hızlıyız. 2009 yılında Stockholm Toparlanma
Merkezindeki (SRC*)
araştırmacılar gezegene dair dokuz sınır önerdiler. Gezegene telafisi
mümkün olmayan hasar vermeden önce bu sınırların altında kalmak
insanlığın gelişimi çin güvenli olacaktır. Bu liste biyoçeşitliliğin
kaybını -bitki ve hayvan türlerini, okyanusların asitlenmesini, fosfor
ve nitrojen döngülerindeki değişimleri, ozon tabakasının yıkımını, arazi
kullanımındaki değişimleri, su kullanımındaki değişimleri, spreylerin
atmosferdeki yüklemeleri, eko sistemdeki kimyasal kirlenmeyi ve iklim
değişikliklerini- gösterir.
Avlanmış Bir Tuna Balığı |
Bu
sınırlardan üçünü çoktan aşmış durumdayız: iklim değişiklikleri,
biyoçeşitliliğin kaybı ve hidrojen döngüsündeki değişim. Ozon
tabakasındaki incelmeye ilişkin bir miktar düzelme sağlamış olsak da
Ocak 2015 tarihli Science Magazine’de
yayınlanan bir çalışma dördüncü sınırı aşmamızın çok uzun
sürmeyebileceğine işaret etmektedir: arazi kullanımı. Bu açıdan
bakıldığında, gezegen üzerindeki varlığımızı daha sürdürülebilir kılmak
için yapmak zorunda olduğumuz hala çok fazla iş var.
* Stockholm Resilience Centre
KÜRESEL SORUNLAR İÇİN KÜRESEL POLİTİKALAR
Kanada'da Tar Kumları |
Bu
limitlerin aşılması sorunuyla ilgilenmek için küresel siyasi kapsamda
müzakereler yürütülmektedir. Aralık 2015 tarihinde dünya liderleri
atmosferdeki karbon dioksit salınımını azaltmak ve daha kırılgan
ülkelerin iklim değişikliklerine uyum sağlamalarına yardım etmek üzere
politik müzakerelerde bulunma amacıyla Fransa’nın başkenti Paris’te bir
araya geldiler. Metan gibi diğer gazlarla birlikte karbon dioksit, sera
etkisinin hızlanmasına katkıda bulunur. Bu etki gezegenin doğal bir
işlemidir. Kısa bir süre içerisinde böylesine hızlı bir işlemle küresel
ısınmada ortalama bir artışa çıkabiliriz ki bu da Dünyadaki yaşama,
insan yaşamı dahil, zararlı olabilir.
Fransa’nın
başkentinde yürütülen diyaloglarla 195 hükümet, doğal kaynakları
kullanım ve ürettiğimiz kirlilik standartlarımızı yeniden gözden
geçirmenin gerekli -bazı bilim insanları ve aktivistlerine göre en
önemli- olduğuna dikkat çekti. Bu konuşmalardan -“Paris İklim
Anlaşması” olarak gayriresmi adlandırılan- bir belge ortaya çıktı. Bu
anlaşmada 195 ülkeden her biri yapmayı arzuladıkları katkıları orada
önerebileceklerdi. Amaç, yürürlükteki Kyoto Protokolü sona ereceği tarih
olan 2020 yılına kadar Paris Anlaşmasını etkin kılmaktır. Uzmanlar,
eğer başarılırsa, Paris Anlaşmasının bizim kuşaktan gelecek nesillere
büyük bir hediye olacağını dile getiriyor.
İNSANLIK ÇAĞININ FARKLI YÜZLERİ
Çin Sarı Irmakta Keskin Bir Koku |
İklim
değişikliklerini içeren eylemler ağır ilerlerken etkileri ise dünyadaki
herkesçe hissediliyor, ama aynı şekilde değil. Farklı sosyal gruplar bu
etkileri benzer biçimlerde hissetmez: Genelde en hassas gruplar sosyal,
iktisadi ya da çevresel açından ilk olarak etkilenir. Bunlar, derelerin
ve ırmakların kirlenme etkilerine ya da çevre kazalarına maruz kalan
yerlerde yaşamak zorunda olan, ekonomik ve sosyal açılardan en az lütuf
gören insanlardır. İklim Değişikliklerine dair Hükümetler arası Panele
(Intergovernmental Panel on Climate Changes- IPCC) göre, iklim
değişikliklerinin en çok etkileyeceği ülkeler en fakir ülkeler
olacaktır. Bunlar, daha sıcak günler ve geceler, deniz seviyesindeki
yükselme, daha yüksek miktar ve sürede sıcak dalgaları ve tahmin
edilmeyen daha fazla yağmur ile en çok ızdırap çeken ülkeler olacaktır.
ÇEVRESEL NEDENLERLE DAHA ÇOK İNSAN YERİNDEN Mİ OLACAK?
Maldivlerde Küçülen Bir Ada |
Yağmurun,
ısının ve soğuğun dağılımındaki biçimlerde böylesi bir değişim canlı
topluluğun ve içerisinde yaşayan türlerin aşamalı göçüne neden
olacaktır. Böylesi bir göçle insan türünün de bazı yerlerden diğer
mahallere göç etmesi kaçınılmazdır. Tropik bölgeler daha sıcak olma
eğilimi gösterirken küresel coğrafya, okyanus seviyesindeki yükselme
nedeniyle etkilenebilir. Pasifik Okyanusundaki Solomon Adalarından beş
tanesi deniz seviyesindeki artışın bir sonucu olarak çoktan suya
gömülmüş haldedir. Buna benzer değişimler daha fazla insanın çevresel
nedenlerle yurtlarından olmasına gittikçe sebebiyet verecektir.
Çeviri: Engin Noyan
Kaynak: https://www.google.com/culturalinstitute/beta/exhibit/AgICWNrRk-XCIw