25 Eylül 2017 Pazartesi

Başkalaşan Bir Gezegen


sanghai.jpg
Şangay, Dünyanın En Büyük Kentlerinden Biri


Gezegenin doğal süreçleri, insan eylemlerinin etkisiyle derin bir şekilde dönüşüme uğruyor. İklim değişikliği, su döngüsüne müdahale ve türlerin yok oluş oranının hızlanması gibi bazı işaretler biz insanların coğrafi bir güç olduğunu gösterir. Bu tesirin kendi türümüzü nasıl etkilediğini düşünmek çağımızın en büyük çaba gerektiren durumlarından biridir.




İNSAN ÇAĞI’NIN (ANTHROPOCENE*) DOĞUŞU
Adsız.jpg
18 Nisan 1953 "Porsuk" Patlaması


Güneş değil de başka bir ışık New Mexico’daki (ABD) White Sands Füze Test Arazisine yakın olanların dikkatli gözlerini cezbetmişti. 16 Temmuz 1945 Pazartesi duyulan bomba insanoğlunun yolunun değiştiğini duyuruyordu: atam bombasıyla yapılan ilk test burada gerçekleşmişti. White Sands’te kullanılan aynı plutonyum kısa bir süre sonra, 9 Ağustos’ta, Japon kenti Nagazaki’de 60 binin üzerinde insanı öldürecekti. 




Nükleer bombalar uzak bir noktadaki nesneler için bile mahvedici etkilere sahiptir. Bu videoda ABD Nevada Eyaletinde yapılan bir test yer almaktadır.


Bu aynı plutonyumun kurşun olana kadar çürümesi en azından yüz binyıl sürecektir. Paleo-biyolog Jan Zalasiewicz ve diğer bilim insanları, bu insan eyleminin bıraktığı ayak izinin yeni bir jeolojik çağa, “insanlık çağına” (Anthropocene) girdiğimizi gösteren işaretlerden biri olabileceğini kabul eder. Ne var ki bu iz şimdiye kadar ki tek alamet değildir: “tekno-fosil” lakaplı beton, plastik ve alüminyum kalıntıları da bu çağın işaretlerinden görülecektir. Geniş çapta gübre kullanılan aşırı tarımcılığın toprakta neden olduğu nitrojen ve fosfor döngülerindeki dengesizlik de bu yeni çağın emarelerinden biri olacaktır. Bu çağ, son buzul devrin etkilerinin sona ermesiyle yaklaşık 11.5 bin yıl önce başlayan jeolojik bir süreç olan Holosen çağının yerini alacaktır.

*18. yüzyıldan günümüze kadarki zaman. Bu çağda insanlığın çevre ve iklim üzerindeki etkisini görmek mümkündür.



                                          PETROL ENERJİLİ BİR DÜNYA
Foto:Meksiko Körfezi Petrol Felaketi, 2010



Bu yeni çağın diğer bir özelliği de imalat ekonomisinden endüstriyel bir ekonomiye geçişi belirten fosil yakıtların geniş ölçüde kullanılmasıdır. 19. yüzyılın ilk yarısı itibariyle endüstriyel üretim için gereken enerji tavan yapmış, atmosferdeki karbondioksit salınımı da büyük miktarda artmıştı.

Karbondioksit salınımındaki böylesi artış küresel ortalama sıcaklık yükselişine tesadüfi bir şekilde eşlik etmiştir. Yine de 19. yüzyılda modern meteorolojinin gelişimiyle iklime dair ölçümler almaya başladık. Bilinen ilk en sıcak yıl 1937 idi, son zamanlarda ise bu “rekor” neredeyse her yıl kırılmaya başlandı. 2015, 2014’ün rekorunu geçerek şu ana kadarki en sıcak yıl oldu. 

SORUNLU BİR ATMOSFER
Çin'de Bir Kömür Enerji Santrali

Fosil yakıtların tüketilmesi karbon dioksit ve diğer sera gazlarını gezegende açığa çıkartır. Bu gazların atmosferdeki miktarı o kadar yüksektir ki bu gazların kompozisyonunu şimdiden değiştirmiş olduk: havanın her bir milyon molekülü için 400 karbon dioksit molekülü bulunmaktadır. Az gibi görünüyor, ama Dünya en son 15 - 20 milyon yıl önce aynı gaz yoğunluğuna atmosferinde sahipti. O vakit gezegen oldukça farklıydı ve insan türü henüz var olmamıştı. Bilim insanları güvenli bir karbon dioksit yoğunluğu sınırı için her milyonda 350 parçanın olacağını böylelikle de küresel sıcaklığın ortalama yüksekliğinin yüzyılın sonuna kadar 2 dereceyi geçmeyeceğini ispatlamışlardır. Bu sınırı aşarak gezegen ısısının artışına katkıda bulunuyoruz. Karbon dioksit, güneş ışınlarının uzaya yeniden dönmesini engelleyen, biyolojik ihtiyaçlarımızın ötesinde ısıyı atmosferimizde hapseden bir gazdır. 



OZON TABAKASINDAKİ BELİRTİLER
Adsız.jpg
Stratosfer Üzerinde Bir Uzay Araştırma Gemisi

Eylemlerimiz atmosferdeki karbon dioksiti artırmakta, aynı zamanda Dünyanın stratosfer katmanında da bu etkinliğimiz hissedilmektedir. 70’li yıllardan itibaren, bilim insanları, ozon tabakasının kloroflorokarbon (CFCs) gibi kimyasalların kullanımı nedeniyle tehlike altında olabileceğinden şüphelenmişlerdir. Kimyager Paul Crutzen, meslektaşları Frank Rowland ve Mario Molina ile birlikte, ozon tabakasının tahrip olması ile CFCs arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Böylesi bir bağlantı 1981 yılında bir Nasa uydusunun fırlatılmasıyla kanıtlanmıştır. Güneş Mezosfer Kaşifi (SME*) adlı uydu bu üç bilim insanının tahminlerini “gördü”. Stratosferdeki daha ince bir ozon tabakasıyla gezegen, morötesi (UV) güneş ışınlarına karşı daha az korumaya sahip olacaktı. Bu UV güneş ışınları daha yüksek oranda cilt kanserlerine, katarakt** rahatsızlığına ve okyanuslardaki plankton*** nüfusunun azalmasına neden olabilmekteydi.     
* Solar Mesosphere Explorer
** Göz merceğinin saydamlığını yitirerek ağarmasından ileri gelen ve görmeyi engelleyen rahatsızlık, perde, akbasma, aksu
 *** Suya asılı yaşayan mikroskobik deniz canlıları


Adsız.jpg
Norveç'te Eriyen Buzullar
  


Buzdolaplarındaki ve spreylerdeki CFCs kimyasalının endüstriyel kullanımı 1987 Montreal Protokolü ile yasaklandı. 1996 yılına gelindiğinde Dünya bu maddenin kullanımında sıfır noktasına ulaşabildi. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO*) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP**) tarafından yapılan son zamanlardaki bir çalışma Antarktika üzerindeki ozon tabakası inceliğinin durduğunu ve normale dönmeye başlama işaretlerini sergilemeye başladığını göstermiştir. Ne var ki karmaşık eylemler gerektiren başka konularla uğraşmamız gerekecekti: Örneğin, atmosferdeki karbon dioksit salınımı tehlike çanlarını çaldıracak bir süratle artmaya devam etmektedir.       
*World Meteorological Organization
** United Nations Environment Program


DENİZ YAŞAMI RİSK ALTINDA
Adsız.jpg

Okyanus suları karbon dioksidi emerek daha fazla asitlenir. Bu gaz deniz suyuyla etkileşime girdiğinde deniz doğasındaki pH* miktarının azalmasına neden olur. Bu azalma, iskeletlerinin ve “kabuklarının” gelişiminde zorlanabilecek olan kalsiyum karbonatlı kabuklu hayvan türleri için oldukça tehlikelidir. Okyanusların ısınması, akabinde, kutuplardaki  buzul tepelerin erimesine neden olmasının yanı sıra balıkları ve diğer türleri boğarak su oksijenleşmesini meydana getirir. 
* pH bir çözeltinin asitlik veya bazlık derecesini tarif eden ölçü birimidir. Açılımı "Power of Hydrogen" (Hidrojenin Gücü)


DAHA FAZLA KİRLENEN OKYANUSLAR
Adsız.jpg
Plastiklerin Öldürdüğü Bir Kuş

Okyanuslar için devasa bir sorun da su kirlenmesidir. Bu problem, su kalitesini düşürmesinin yanı sıra rahatsızlıklara neden olmakta, bütün kıtalardaki biyoçeşitliliğe zarar vererek deniz canlılığını derinden etkilemektedir. Buna ek olarak, kirlilik, doğal döngülerde ve de hayvan davranışı üzerinde dengesizlik serilerine sebebiyet verir. İsveç Uppsala Üniversitesince gerçekleştirilen bir çalışmada, balık larvaları mikro-plastiklere -çapı bir milimetreden daha az, küçük parçalı materyallere- maruz kaldıklarında hayvansal plankton yerine bu plastikleri yemeyi tercih ettikleri görülmüş. Sonuç olarak daha hızlı ölmüşler ve gelişimleri daha derinden etkilenmiş. Kozmetik ve cilt canlandırıcı ürünlerde de görülen bu plastikler küçük boyutundan dolayı çöp filtreleme işleminde ayrıştırılması çok zordur, nihayet varacakları yerler ise göller, ırmaklar ve okyanuslardır.


NEHİRLER İÇİN KIRMIZI ALARM         
Adsız.jpg
Brezilya'da Bir Afet

Tatlı su nehirlerindeki su hayatı da insan eylemlerinden derinden etkilenmektedir. Örneğin, Sao Paulo’daki Tiete ırmak sahasının geniş bir kısmında ötrofikasyonun* açık işaretlerini kolayca görebiliriz. Bu süreçte nehirlerdeki aşırı kirlenme fosfor ve nitrojen yoğunlaşmalarının artmasına neden olur. Artan bu yoğunlaşmalar neticesinde bazı yosun ve bakteriler yeniden üreyerek nefes almak için ihtiyaç duyulan sudaki oksijeni tüketerek ırmakta yaşayan bitkilerin ve hayvanların ölümüne neden olur.
* Çeşitli durgun sularda çözünmüş organik artıkların yol açtığı, oksijen yetmezliği ile gelişen bitki üremesinin durması ve aşırı yosun üremesi durumu 


Adsız.jpg
Amazon Ormanı

Ayrıca, özellikle de Amazon bölgesini ormansızlaştırma yoluyla, “uçan nehirler” operasyonunu etkiliyoruz. Uçan nehirler, Atlantik Okyanusundan buharlaşan hava akımlarıdır. Bu akımlar büyük oranda ağaçlar tarafından oluşturulan Amazon Bölgesindeki nemliliğin çekimine kapılır. Böylesi bir nemlilik yağmura dönüşür, bir kısmı da Brezilya’nın en uzak güney taraflarına taşınarak orada da yağmura neden olur. Ormansızlaşmadaki artış bu döngüde bir dengesizlik yaratır.


SICAK DENİZLERDEKİ BİYOÇEŞİTLİLİK
Adsız.jpg
Kuzey Kenya'da Bir Fil Leşi

Diğer kara canlılarının değişimi -iklim değişikliği, kirlenme ve ormansızlaşmanın artması gibi ana nedenler yüzünden- tür yok oluş oranını büyük oranda artırmıştır. 20. yüzyıldan itibaren bitkiler ve diğer yaşam formları, insan eylemi nedeniyle gerçekleşen sıradan orandan yüz kat daha hızlı Dünyanın yüzeyinden yok olmuşlardır. Son araştırmalar, türümüzün diğerleri üzerinde neden olduğu etkinin yaklaşık 66 milyon yıl önce gezegendeki dinozorları mahveden asteroitlerle kıyaslanabileceğine dikkat çekmektedir. Doğal soyun sonlanma oranı her bir yüzyılda 10 bin tür arasından iki türün yok olması şeklinde beklenirdi. Şu anki sahip olduğumuz hız bundan çok daha fazlasıdır. Örneğin, 1900 yılından itibaren neredeyse 500 omurgalı hayvanın nesli tükenmiştir -bu oran, eğer düzenli yok oluş hızına sahip olsak sonlanması beklenen 9 türden çok daha yüksek bir sayıdır.       
   

SINIRLARI AŞMAK
Adsız.jpg
Rusya'da Bir Maden Alanı

Gezegen canlılığında ve biyoçeşitlilikte değişimlere sebebiyet vermenin yanı sıra kaynakları elde edip tüketmede Dünyanın bunları telafi edebilme kapasitesinden çok daha hızlıyız. 2009 yılında Stockholm Toparlanma Merkezindeki (SRC*) araştırmacılar gezegene dair dokuz sınır önerdiler. Gezegene telafisi mümkün olmayan hasar vermeden önce bu sınırların altında kalmak insanlığın gelişimi çin güvenli olacaktır. Bu liste biyoçeşitliliğin kaybını -bitki ve hayvan türlerini, okyanusların asitlenmesini, fosfor ve nitrojen döngülerindeki değişimleri, ozon tabakasının yıkımını, arazi kullanımındaki değişimleri, su kullanımındaki değişimleri, spreylerin atmosferdeki yüklemeleri, eko sistemdeki kimyasal kirlenmeyi ve iklim değişikliklerini- gösterir.


Avlanmış Bir Tuna Balığı

Bu sınırlardan üçünü çoktan aşmış durumdayız: iklim değişiklikleri, biyoçeşitliliğin kaybı ve hidrojen döngüsündeki değişim. Ozon tabakasındaki incelmeye ilişkin bir miktar düzelme sağlamış olsak da Ocak 2015 tarihli Science Magazine’de yayınlanan bir çalışma dördüncü sınırı aşmamızın çok uzun sürmeyebileceğine işaret etmektedir: arazi kullanımı. Bu açıdan bakıldığında, gezegen üzerindeki varlığımızı daha sürdürülebilir kılmak için yapmak zorunda olduğumuz hala çok fazla iş var.    
* Stockholm Resilience Centre

KÜRESEL SORUNLAR İÇİN KÜRESEL POLİTİKALAR   
Adsız.jpg
Kanada'da Tar Kumları
 
Bu limitlerin aşılması sorunuyla ilgilenmek için küresel siyasi kapsamda müzakereler yürütülmektedir. Aralık 2015 tarihinde dünya liderleri atmosferdeki karbon dioksit salınımını azaltmak ve daha kırılgan ülkelerin iklim değişikliklerine uyum sağlamalarına yardım etmek üzere politik müzakerelerde bulunma amacıyla Fransa’nın başkenti Paris’te bir araya geldiler. Metan gibi diğer gazlarla birlikte karbon dioksit, sera etkisinin hızlanmasına katkıda bulunur. Bu etki gezegenin doğal bir işlemidir. Kısa bir süre içerisinde böylesine hızlı bir işlemle küresel ısınmada ortalama bir artışa çıkabiliriz ki bu da Dünyadaki yaşama, insan yaşamı dahil, zararlı olabilir.      


Adsız.jpg
         
Fransa’nın başkentinde yürütülen diyaloglarla 195 hükümet, doğal kaynakları kullanım ve ürettiğimiz kirlilik standartlarımızı yeniden gözden geçirmenin gerekli -bazı bilim insanları ve aktivistlerine göre en önemli-  olduğuna dikkat çekti. Bu konuşmalardan -“Paris İklim Anlaşması” olarak gayriresmi adlandırılan- bir belge ortaya çıktı. Bu anlaşmada 195 ülkeden her biri yapmayı arzuladıkları katkıları orada önerebileceklerdi. Amaç, yürürlükteki Kyoto Protokolü sona ereceği tarih olan 2020 yılına kadar Paris Anlaşmasını etkin kılmaktır. Uzmanlar, eğer başarılırsa, Paris Anlaşmasının bizim kuşaktan gelecek nesillere büyük bir hediye olacağını dile getiriyor.


İNSANLIK ÇAĞININ FARKLI YÜZLERİ
Adsız.jpg
Çin Sarı Irmakta Keskin Bir Koku
İklim değişikliklerini içeren eylemler ağır ilerlerken etkileri ise dünyadaki herkesçe hissediliyor, ama aynı şekilde değil. Farklı sosyal gruplar bu etkileri benzer biçimlerde hissetmez: Genelde en hassas gruplar sosyal, iktisadi ya da çevresel açından ilk olarak etkilenir. Bunlar, derelerin ve ırmakların kirlenme etkilerine ya da çevre kazalarına maruz kalan yerlerde yaşamak zorunda olan, ekonomik ve sosyal açılardan en az lütuf gören insanlardır. İklim Değişikliklerine dair Hükümetler arası Panele (Intergovernmental Panel on Climate Changes- IPCC) göre, iklim değişikliklerinin en çok etkileyeceği ülkeler en fakir ülkeler olacaktır. Bunlar, daha sıcak günler ve geceler, deniz seviyesindeki yükselme, daha yüksek miktar ve sürede sıcak dalgaları ve tahmin edilmeyen daha fazla yağmur ile en çok ızdırap çeken ülkeler olacaktır.   


ÇEVRESEL NEDENLERLE DAHA ÇOK İNSAN YERİNDEN Mİ OLACAK?
maldivler.jpg
Maldivlerde Küçülen Bir Ada
Yağmurun, ısının ve soğuğun dağılımındaki biçimlerde böylesi bir değişim canlı topluluğun ve içerisinde yaşayan türlerin aşamalı göçüne neden olacaktır. Böylesi bir göçle insan türünün de bazı yerlerden diğer mahallere göç etmesi kaçınılmazdır. Tropik bölgeler daha sıcak olma eğilimi gösterirken küresel coğrafya, okyanus seviyesindeki yükselme nedeniyle etkilenebilir. Pasifik Okyanusundaki Solomon Adalarından beş tanesi deniz seviyesindeki artışın bir sonucu olarak çoktan suya gömülmüş haldedir. Buna benzer değişimler daha fazla insanın çevresel nedenlerle yurtlarından olmasına gittikçe sebebiyet verecektir.      



Çeviri: Engin Noyan
Kaynak: https://www.google.com/culturalinstitute/beta/exhibit/AgICWNrRk-XCIw

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder